Sema Tataroğlu

Wives and women 

Sema Tataroğlu 

United Trade Union of Transport Employees – BTS, Adana, from  the 1990’s until the 2010’s 

I worked at the State Railways for 30 years. My father was also employed there. I participated in all Ankara marches when I held an executive position in the union. For me one  strike organisation in Adana was unforgettable. I had gone to Ankara to attend a board meeting. I returned to Adana the same night. I participated in the meeting the next day, and the strike decision was approved. At the same time we had the march on the railroads. Many of the other executive committee members would participate in the march on the railroad after the strike. We organised the strike. Trains would stop at midnight. Strikes were usually organised at the spot of the signal box. I was the only woman there. When I heard a driver, who was not aware that I was around, saying that  “Our wives are sleeping at home. This woman is organising a strike here” I had mixed feelings. I thought that my action was correct. I never had a doubt about it. I could observe the respect in the looks of my friends. On the other hand, his devaluation of other women made me feel uneasy. 

Our strike was very successful. When we were on strike, it was us, the women, who would step up in front of the trains. As a result of the patriarchal structure many drivers would tend to feel  that when even women were on strike, they had to get  off their machines, too. It was us, the women, who convinced many drivers.

To watch Sema Tataroğlu’s video on “Organising strike at State Railways, Adana, May 15, 2003” (in Turkish) click below.

Elli iki yaşındayım. Üç yıl önce emekli oldum. Devlet Demiryollarında otuz yıl çalıştım. Babam da demiryolcuydu. Babadan çocuğa biçiminde olabilir. 80 darbesinin hemen sonrasında sivil yaşama geçildiği dönemde işe girdim. Otuz yıl kesintisiz Devlet Demiryollarında çalıştım. Evlenmedim. Çocuğum yok. Şu anda evlat edindiğim bir kız çocuğum var.

Siyaset konuşulan bir evde büyüdüm. Ailem, mesela dedem Adana’da CHP’nin örgütleyicisi olan biri. Örgütçü bir ailede büyüdüm. Babam da demiryollarında o dönemde, derneklerde faaliyet gösteren birisiydi. Dolayısıyla bana yabancı değildi örgütlenmek. Sendikalaşma sürecinde demiryollarında iki ayrı sendika vardı. Limanlarda vardı, hava meydanlarında vardı. Öncelikle demiryollarındaki iki sendika birleşti. Birleşmeden önce bir tanesine üyeydim. Sonra birleşme sürecinden sonra hepimiz aynı sendikaya üye olduk. Limanlar da, devlet hava meydanları da dahil oldu. Neden oldum diye hiç düşünmedim, zaten üye olmak gerekiyordu. Örgütlü olmak gerektiğine inanan birisiyim. Yaşamın her alanında örgütlü olmak gerektiğine inanırım. Örgütlü olmak insanın hem kendine hem çevresine, bulunduğu ortama güvenmesini sağlıyor.

Hep Adana’da yaşadım. Sendikanın yereli olarak Adana’da görev aldım. Önceleri temsilcilik şeklinde oldu. Temsilci olmasam bile bir şekilde sendikanın temsilcisi gibi oluyorsun, çünkü aktivistsin. Sınıf bilincin var. Zaten bizim gibi insanlar, çevresindekiler üzerinde de etki yaratan kişilerdir. Hiç tevazu göstermeyeceğim, bizler işini iyi yapan insanlarız. Çalıştığı yerdeki işlerini de iyi yapan insanlarız. Siyaseten farklı olan amirler bile olsa, işimizi iyi yaptığımız için bize son derece güvenle bakarlar, güvenirler ve işleri teslim ederler. Çevredeki arkadaşların da bakış açısı da aynıdır. Temsilci olmasanız bile bir şekilde örgütlenmenin içinde oluyorsunuz. Temsilcilik sonradan oluşan “resmi” sıfatlar oluyor. Temsilcilik, ondan sonra Şube Yöneticiliği, Şube Başkanlığı da yaptım. Tarihleri tam hatırlayamayacağım. Yalnız 2000’li yıllarda, ilk yarısı olabilir. Ama onun öncesinde 90’lı yıllarda temsilcilikler var. Aktif üyelik var. Eylemlerde hep beraber olmak var. O dönemde de 2000’lere geldiğimiz zamanda da Şube Yöneticiliği, Şube Başkanlığı yaptım. Daha sonra Genel Merkez Kadın Komisyonunda görev aldım. Genel Merkez adına Ankara’daki kadın toplantılarına katıldım. Sendikam adına katkı koymaya çalıştım. En son Genel Merkez Denetleme Kurulu üyesiydim BTS’nin. O genel kurulda, denetleme kurulu raporunu okuduktan sonra da arkadaşlarıma veda ettim. Sadece sendika üyeliği olarak veda ettim. Arkadaşlarla ilişkilerimiz sürüyor hepsiyle görüşüyoruz. Hatta geçen genel kurula katılamadım ama bir dahaki genel kurula davet ederlerse,  gideceğim. Çünkü yoldaşlık farklı bir duygu.

Görev aldığım dönemlerde tüm Ankara yürüyüşlerine katıldım. Tabii ki kurultaylara da katıldım. Benim için unutulmayacak bir grev örgütlenmesi vardı Adana’da. Başkanlar Kurulu Toplantısına katılmak üzere Ankara’ya gitmiştim. O dönemde Devlet Demiryolları çalışanlarının tasarruf teşvik fonunda biriken paraları ödenmiyordu veya çok az çıkıyordu. Onunla ilgili olarak Adana’da, ben Ankara’dayken, bir toplantı yapılmış. Dernekler, sendikalar bir araya gelmişler. Haber geldi. Aynı gece ben Adana’ya döndüm. Ertesi günkü toplantıya katıldım ve grev kararı çıktı. Aynı zamanda bizim rayda yürüyüşümüz var. Yönetim kurulundaki  diğer arkadaşların çoğu grevden hemen sonra rayda yürüyüşe katılacaklar. Biz grevi örgütledik. Trenler o gece on iki itibarıyla duracak. 15 Mayıs’tı yanlış hatırlamıyorsam. Bizim üyemiz olan arkadaşlar yazıldılar ilk depodan çıkacak trene. Bizim Adana’da demiryollarındaki trenlerin çıkış yeri vardır. Servis depo. Trenler servise hazırlanır, oradan çıkar. Grevin örgütlendiği yer orasıdır. Oradaki makas kulübesidir. Makas başında, gece trenlerin durduğundan emin olacağım ondan sonra rahat edeceğim. Makas başındaki tek kadın benim. Arkadaşlarla konuşuyoruz, diğer arkadaşlar istasyonlarla görüşüyorlar. Bir şekilde üzerimize düşen görevi yapıyoruz. Benim orada olduğumun farkında olmayan çok sevdiğim bir makinist arkadaşım şöyle söylüyordu. “Bizim karılar evde uyuyor. Bu kadın burada grev örgütlüyor.” Bunu duyduğumda hissettiklerim karışık duygulardı. Doğru bir şey yaptığımı düşündüm. Hiçbir zaman kuşkum olmadı zaten. Arkadaşlarımın ne kadar saygıyla baktığını gördüm. Kendi eşini değersizleştirmesi beni rahatsız etti, bakış açısı olarak. Bu tip duygular yaşadım. 

O grev çok başarılı oldu o gün. Ertesi gün Genel Müdürlük’ten “Tamam, tasarruf teşvik paralarınız ödenecek” sözünü aldık grev kesildi. Saat bir gibi grev durduruldu. Ertesi gün ödeme yapılacağına dair söz verildi. Arkadaşlar bu arada rayda yürüyüş eylemine devam ettiler. Biz iki Şube Yöneticisi olarak kaldık Adana’da. Fakat ödenmeyince, Genel Müdürlük sözünü tutmayınca tren personeli toplandı, işletmeye yürüdüler. Türk Ulaşım Sen greve kesinlikle karşı. Fakat yerelin baskısına dayanamayarak grev kararına katılmak zorunda kaldı. Onun derdi basın açıklamasıyla geçiştirmekti. Oradaki arkadaşları tenzih ediyorum iyi niyetlerinden kuşkum yoktu. O dönemin Bölge Müdürü bizi yukarıya çağırdı. “Sendika ve dernek yöneticileri yukarıya gelsin” dedi. Diğer arkadaşlar aşağıda bekliyor. Yine tek kadındım. Bölge müdürü dedi ki “Ben size söz veriyorum. Ödeme yapılacak. Aşağıdakileri işyerlerine gönderin.” O zaman dedim “Müdür Bey,  bu sizin sözünüzle olacak bir şey değildir. Yazılı bir belge olması gerekiyor yoksa aşağıdaki arkadaşlarımız burayı terk etmez, ben de onlara terk edin diyemem.” Bölge müdürü” ben söz veriyorum” falan dedi. Biz de “hayır” dedik. Eğer ödeme emri bugün gelmezse gece tekrar başlıyoruz iş bırakmaya. Ondan sonra, ben ordayken bir gazeteci aradı tesadüfen. Cep telefonundan. Bu gece tekrar greve gidiyormuşsunuz diye. O gazetecinin araması da o kadar yerinde oldu ki tam bölge müdürüyle karşılıklı otururken. Ben konuştum: “Şu anda bölge müdürüyle görüşmedeyiz. Eğer Genel Müdürlükten ödeme emri gelmezse saat 0’da biz tekrar greve başlıyoruz” dedim. Bölge müdürü benim o konuşmamdan sonra durumun ciddiyetini anladı. Herkes çıkıyordu en son ben kaldım. Bölge müdürü beni çağırdı. Dedi ki “Sen istersen yaparsın. İstersen bunları işyerlerine gönderirsin.” Ben de aynen şöyle söyledim. “Varsayalım ki öyle bir niyet içinde olsam bile, aşağıdakilere söylesem bile gördünüz gazeteciyle konuştum” dedim. Onun üzerine zaten biz daha işletmeden ayrılmadan faks geldiğini bildirdiler. Gittik faksı aldık ödeme emriyle ilgili. Türk Ulaşım Sen’in Şube Başkanı bana sarıldı, öptü. Çünkü onun da onurunu kurtarmış olduk biz. Genel merkezi onu reddetti. Hemen olağanüstüne gittiler Adana’da. Onu yönetimden indirdiler ondan sonra. 

Başarılı bir grev onlarda yönetim değişikliğine sebep oldu, olumsuz etkiledi. Bu benim için çok önemli bir sınavdı çok şey öğrendim. Dayanışma, yoldaşlık hakkını savunma, inandığının peşinden gitme, gerekirse o anda can verebiliyorsun. Mesela Bölge Müdürünün tehdidi vardı: ”Sizi emniyete teslim etmek zorunda kalabilirim” diye. “Greve gittiğinizde oraya polis gelir, sizi teslim etmek zorunda kalabilirim” diye. Orada bir çok erkek vardı. Cevap veren sadece bendim. Kendimi övmek için değil inanmışlıkla ilgili bir şeyi anlatmak istiyorum: “Siz teslim etmeseniz bile, bizim Şube Yönetim Kurulu defterinde imzalarımız var. Onlar almak isterlerse, bizi bulur ve alırlar. Biz bu paranın ödenmesini istiyoruz” diye  tavır koydum. Bu örgüte olan güvenle de ilgiliydi. Biliyorsun örgütün arkanda. Senin başına bir şey gelse BTS tüm Türkiye’de ayağa kalkar. Bu müthiş bir güven duygusu. İnsan psikolojisine de etkisi oluyor. 

İlk başlarda sendikal hareket gelişirken, el yordamıyla yaratıyoruz memur sendikasını o dönemde… işyerindeki amir konumundaki insanlar idari soruşturmaları, bize hep tehdit unsuru olarak kullanmaya çalıştılar. Ancak bizim biraz evvel söylediğim gibi güvenle ilgili, kendi örgütüne güvenle ilgili, yaptığı şeye inanmakla ilgili olarak dik duruşumuz, bir süre sonra onları caydırdı. Onlar artık idari soruşturmaların, bizim için tehdit unsuru olamayacağının farkına vardılar. Bu süreçte tabii ki bizim teknik olarak, hukukî olarak, sendikalarımızın genel merkezlerini veya hukuk barolarının veya  İlerici Hukukçuların, memur sendikası ile ilgili, özellikle KESK’le ilgili  birçok araştırmaları oldu. Biz hukukî olarak nelerin sahip olduğumuzu, bu dönemlerde öğrendik. Basın açıklamasının suç olmadığını mesela, hep biliyorduk. Uluslararası sözleşmelerden dolayı, ILO’dan (International Labour Organisation-Uluslararası Çalışma örgütü) dolayı grevin suç olmadığını… Bunları anlatmaya çalıştık. Bütün bunları görünce, idarî soruşturmaları ve baskıyı tehdit olarak uygulamaya çalışan amirler, bu sefer bizden çekinmeye başladılar. 

Bütün samimiyetimle şunu söylüyorum. Eminim KESK’e bağlı bütün sendikalarda öyledir. Eğer KESK’teki bir sendikada yönetim kadrosuna geldiyseniz ki, diğerleri için de  farklı düşünmüyorum, mutlaka bir kere her şeyden önce KESK’e bağlı bir sendikaya üye olmak bir farklılık, bir cesaret işi… 

Eğer yönetici de olduysanız zaten karşınızdaki insan sizi yıldıramayacağını biliyor. Siz de yılmıyorsunuz. Bireysel çıkarlarınızı bir kenara atmışsınızdır. Unvan derdiniz yoktur. Benim en az müdür olarak emekli olmam gerekiyordu, büro şefi olarak emekli oldum. Onu da sınavla aldım. Tabii ki engellendik. Mesela muhasebe şefi olmam gerekiyordu. Yazım yazılmıştı. Bana şöyle bir bilgi geldi:  “İki ay eyleme çıkma, muhasebe şefliğin gelecek”. Ben nasıl eyleme çıkmadan dururdum? Arkadaşlarım eylemdeyken, ben nasıl içerde çalışırdım? Nasıl eylem kırıcılığı yapardım? Depodan çıkan trenlerin önünde önce iki üç kadın vardı zaten.  Adana’da aktif olan önce bizler çıkıyorduk ki, o ataerkil yapının etkisiyle “Kadınlar bile grev yapıyor, biz de makinadan inelim” duygusunu yaratabilmek için. Makinistlerin çoğunu biz kadınlar ikna ediyorduk. Bir kadın başka bir makinist arkadaşla. Kadın olarak varlığımız bile orada pozitif etki yaratıyordu. Bunlar çok önemliydi. 

Bana “Eyleme çıkma” dediler. “Yok” dedim. “Alacaksan bu şekilde al, almayacaksan taviz vermem.” Arkadaşlarımın benimle ilgili olarak dudak bükmesini  istemem. Bu tarz şeyler oldu. Demiryollarındaki eylemlerdeki başarı trenlerin durmasıyla ölçülür. Kaç tren durdu. Kaç tren Adana’dan gitmedi. Karşıdan kaç tren kabul edilmedi. Bölgesel olarak değerlendirilir. 

Şubelerimiz de demiryolu yapılanmasına göredir. Birinci bölgede İstanbul, ikinci bölgede Ankara Şube vardır. Adana şube 6. Bölgeyi kapsar. Her tren durduğunda mutlaka müfettişler geldi, soruşturmalar açıldı. İfadelerimiz alındı. Karşılığında savunmamız alındı. Ücret kesim cezası aldık. Kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, uyarı cezaları aldık. Ancak bunların hepsinde dava açtık ve kazandık. Geri iade edildi haklarımız. Son yıllarda, ben emekli olmadan önceki son altı yedi yılda yaptığımız eylemlerin hiçbirinden ceza almaz olduk. Hepsinde dava açıyorduk geri kazanıyorduk. Hepimizin, arkadaşlarımın da benim de sicil dosyalarımız… biz madalya, diyoruz, onur, diyoruz bu cezalarla doludur. Ama hiçbirimizde farklı suç cezaları yoktur mesela. Görevi kötüye kullanma vs. vs. çünkü ahlakî değerlerimiz de sağlamlaşıyor, oturuyor. Onlar bizim için onurdu. Kendi adıma söylüyorum benim için onurdu. O ceza kağıtlarını ben hatıra olarak saklarım. 

İlk örgütlendiğimiz zamanlarda babamın bana şöyle bir sözü oldu: “Sana kardan su içirirler.” Sürgün ederler gibi. Ben de ona şöyle bir şey söyledim. Eğer “Siz”, çünkü benim babam da memurdu, demiryolcuydu, “Eğer siz zamanında mücadelenizi yeterince vermiş olsaydınız, bugün biz bu mücadeleyi yapmak zorunda kalmazdık. Yarın bir gün, ben çocuklarımıza ‘biz böyle mücadele verdik. Üzerimize düşen her şeyi yaptık. Başardık ya da başaramadık bilemiyoruz, onu zaman gösterecek ama biz mücadeleyi verdik’ diyebilmem için bunun içinde olmam lazım. Ayrıca varsayalım ki sürüldüm. Hiç problem değil, giderim dava açarım geri dönerim. Yaşanmış bir sürü dava var.”

Benim sendikal mücadeleye girdiğim andan itibaren bu konudaki tek diyaloğum bu oldu. Annem babam veya yakın çevremle. Evlenmediğim için ev sorumluluğum yoktu. Bunu derken, bakmam gereken çocuk ya da eş sorumluluğum yoktu. Bu benim daha rahat hareket etmemi sağlıyordu. Mesela bizim BTS içinde görev alan diğer kadın arkadaşlarımdan evli olanlar, çocuğu olanlar var. Genellikle bunu sadece BTS için söylüyorum, aileler destek oluyorlar. Kadınlara destek oluyorlar. Bir şekilde eşlerin ya politik bir geçmişi vardır veya o da demiryolcudur. Demiryollarının şartlarını biliyordur. Ama çok özel, ev içerisinde vardır, yoktur bilemiyorum. Ben ailemden yaşamadım. Sadece son dönemlerde genel kurul süreçlerinde, arkadaşlarımın farklı listelerde yarıştığımız arkadaşlarımın, benimle ilgili olarak haksız eleştirilerinde ciddi bir sıkıntı yaşadım. Hatta bunalıp ağladığım bir zaman. Annemin bana şöyle bir yaklaşımı oldu: “Bunlar seni üzsün ağlatsın diye mi büyüttük seni biz.” Onun dışında yolumu kesecek bir şey olmadı hep destek olundu.

BTS’nin kendi özgün yapısına gelince:  BTS’de kadın olmaktan kaynaklı sıkıntı yaşamazsınız. Çünkü çok azsınız kadın olarak. Bizim iş kolumuzun, benim yönetimde olduğum dönemlerde yüzde 98’i erkekti. Yüzde 2’lik kadın vardı. O da limanlar ve devlet hava meydanlarından geliyordu. Demiryollarında o kadar da yoktu. Eğitim seviyesi çok yüksek değildir demiryollarının. Ona rağmen sendikanın içerisinde kadın olmamdan kaynaklı bir sıkıntı yaşamadım. Ancak ilk başlarda ilk örgütlendiğimiz dönemlerde, “Feminist kadınlar”,  “Bu solcu kadınlar”, “Bu komünist kadınlar” gibi  devamında nokta nokta nokta söylenenleri hepimiz biliriz, bizim gibi düşünmeyen insanların. İlk başlarda bakış açıları böyleydi. 

Bizim mücadele ettiğimiz süreçte sendikamızın başarısı, tutarlılığı, dolayısıyla benim duruşum görüldükçe bu sefer saygınlık oluştu. BTS’li kadınlara saygı duyarlar demiryollarında. Şöyle bir örnek vereyim: Şube Başkanı olduğumda işyerini geziyoruz. O zaman da MHP’nin iktidarda olduğu dönem. Türk Ulaşım Sen’in zirvede olduğu dönem. Karşımda da Türk Ulaşım-Sen’in yöneticilerinden birisi. MHP’nin aktif insanlarından. Karşımda ceket ilikledi. O kendi düşüncesine göre ifade etti, “İşte Türk kadını” dedi. Böyle bir bakış açısı oldu. Erkeklerin egemen olduğu bir yerde kadın olarak görev almanın ben dezavantajını değil, avantajını yaşadım. Saygılı oldular, biraz amiyane tabirle tırstılar. Çünkü bizlerin erkek arkadaşlarımızla diyaloğumuz çok yakındır, farklıdır. Haftalarca evden çıkarız, bir hafta boyunca hat boyunca turneye gideriz. Demiryolları hattı üzerindedir bizim örgütleme alanlarımız. Mücavir istasyonlara gideriz. Oralara belki hayatı boyunca hiç kadın girmemiştir. Sadece yük taşınıyordur. Oralara girdim. Oralarda insanlarla örgütlenme çalışmaları yaptık ama hiçbir zaman rahatsızlık hissetmedim kadın olarak. Ama diğer sendikalardaki kadın arkadaşların sıkıntılar yaşadıklarını duyardım. BTS’de ben hissetmedim.

Bizde yani BTS’de önce BTS’den çıkarak söyleyeyim: Kendi şubemdeki kadın çalışmalarında üretmeye çalıştığımız her şeyde, yapmaya çalıştığımız her şeyde yolumuz açıldı işin gerçeği. Sendikadaki arkadaşlarımız destek oldular bizlere. Hatta çok sevdiğim kankam var, onu da anayım. Onun bir sözü var. “Kadın sorunu kadınlara bırakılacak kadar basit değildir” der, esprili bir yaklaşımla. Arkadaşlarımız yolumuzu açtılar. Doğru somut isteklerle gittiğimiz için, yereldeki yöneticiler taleplerimizi yerine getirdiler. BTS genel merkezine ilişkin düşündüğümüzde tekrar samimiyetle söylüyorum kadın olduğumuz için yolumuz tıkanmadı ancak genel merkezimizde sıkıntı yaşadıysak, KESK’te de sıkıntı yaşadıysak, grupsal çekişmelerden yolumuz kesildi. Öyle bir durumda doğru bir şey de söylesen de  farklı bir gruptan olduğun için yolun kesildi. Veya o anda yönetimde olan gruptan olmadığın için yolun kesildi. Doğru objektif eleştiri de götürsen, kendilerinden olmadığın için eleştirin taraflı kabul edildi. 

KESK’te yaşanan bir şey beni çok üzmüştür. İlk kez ben konfederasyonumu kadın olarak dışarıya savunmak zorunda kaldım. Bir taciz olayı oldu. Bu bizim utancımızdır. Utanacağımız bir olaydır. Ve biz kadının beyanını esas kabul ediyoruz. Dünyada böyledir bu. Tacizi yaptığı söylenen kişinin beyanını kabul ederek, kadın arkadaşlarımız onu destekleyen açıklamalar yaptı. En azından o açıklama yapılmamalıydı. Destekler açıklama yapılmamalıydı bana göre. Sonuçta taciz bize yakışmayan, yüzümüzü kızartan, utanacağımız bir şeydir. 

İşyerinde karşılaştığımız şöyle sözler oldu o zaman: “Bak sizinkiler ne yapıyormuş! O zaman “Biz de gerekeni yapıyoruz” biçiminde cevabını verdim, görevden el çektirilme falan vardı. 

Fakat eğer bu kadar baskı olmasaydı o zaman KESK ve KESK’e bağlı sendikalardan bu kadar baskı gitmeseydi o şahıs görevden alınmayacaktı. 

Gelmek istediğim nokta şu: Ben kadınlara ilişkin bir açıklama yaptığımda, farklı bir gruptan olduğum için objektif sayılmıyor ancak bir taciz olayında birisi sadece kendi gruplarından olduğu için savunuluyor. Bu çok rahatsız edici bir şey. Eğer o görevden geri çağırma olayı gerçekleşmeseydi toplu olarak istifalar geliyordu. Bize yakışmaz. Öbürlerine yakışır, bize yakışmaz. Biz hayatın her alanında beraberiz yan yanayız omuz omuzayız. Bizler cinselliği tabu gören insanlar değiliz. İki insan istiyorsa, istediği gibi her şeyi yaşar. Ama taraflardan birinin buna gönlü yoksa, orada “Dur” demek gerekir. Gereken cezayı, en şiddetli şekilde vermek gerekir. Bu beni çok rahatsız etmişti. Çok rahatsız edici bir olaydı. 

Sadece kendi siyasetimden diye birisini savunamam. Kendi siyasetini bırak, kardeşin olsa, çocuğun olsa savunamazsın. Biz kadınız, feministiz, sosyalistiz, her neyse.. siyasetin neresindeysek. En sıradan kadın bile, düşünce anlamında söylüyorum, bilinç anlamında, söylüyorum…. Bizim kadar içinde olmayabilir… Onların bile tepki gösterebileceği bir şeye, bizim kim olursa olsun kesinlikle cepheden karşı durmamız gerekirdi. Beni üzen tek nokta budur.

Katıldığım kadın kurultayları çok verimli geçiyordu. Grupsal aidiyetler aksatıyordu. Daha fazla üretilecekken daha az üretilmesine neden oluyordu. Onu dışında, kadının olduğu her yer bence düzenlidir, disiplinlidir. Bir kere doğanın vermiş olduğu annelik içgüdüsü var ya, o kadar ayrıntılı düşünüyoruz, o kadar ayrıntıları hesaplıyoruz ve ona göre çalışmalar üretiyoruz ki. Ama maalesef bazı sendikalarda Kadın Komisyonları biçimindeydi önceleri. Kadın Komisyonları vitrindi. Üyelere çay,  çorba, börek mörek yapardı. Sonradan Kadın Sekreterliklerinin zorunlu hale gelmesi, burada daha ciddi çalışmaların ortaya konmasını sağladı. Kadınların daha aktif, daha sözünü söyleyebilir, sözünü geçirebilir hale gelmesini sağladı. 

Bir 8 Mart’ı kimse bilmiyordu. Şu anda ev kadınları dahi 8 Mart’ın nereden geldiğini öğrendi en azından. Bu basit bir örnek. Tarihçesini öğrendi en azından. KESK’li kadınların özgüvenli duruşu her yerde, her iş alanında biraz evvel söylediğim gibi, diğer kadınlara da güven verdi.   Bizler, KESK’li kadınlar işyerinde, başka bir kadın tacize veya mobbinge uğrasa, hemen onun yanında duruyoruz, hemen ona destek veriyoruz. Mesela süt izinleri konusu. Bununla ilgili olarak tabii ki teknik destekler aldık hukukçulardan. Uluslararası toplantılara katılındı, oralardan bilgiler geldi, paylaşıldı. O uluslararası konfederasyonlardan -ki kadın çalışmaları ufkumuzu o kadar genişletti ki. Fakat Türkiye’deki bütün koşullardan ayrı tutamazsın kadın hareketini, kadın çalışmalarını. Dolayısıyla sendikal çalışmaları, dolayısıyla KESK içerisindeki kadın çalışmalarını, Türkiye’nin genelinden yalıtamazsın. 

Daha önceleri, son dönemleri düşünmek bile istemiyorum, daha önceleri çok iyi bir noktaya gelmiştik. Toplusözleşmeye hazırlık sürecinde -görüşmeye çevirdiler ya- öncesinde biraz daha baskı kurabilsek toplusözleşme olacaktı. Maalesef sarı sendikalar yolumuzu tıkadı. 

Daha önceleri, toplusözleşme taslakları hazırlanırken, kadınlar kendilerine ait taleplerini, ayrı bir çalışma halinde hazırlayıp, Genel Merkezlerinde, diğer toplusözleşme taslaklarıyla birleştirirlerdi. Bunlar, KESK’te birleşir, bir bütün olarak hazırlanırdı. Bunlar yok sayılabilecek emekler değil. Eğer bu görünür olamadıysa, bizler gördük. Başkalarını bilmiyorum da, bu kadınlarımızın başarısızlığından değil, yetersizliklerinden değil. Dünya koşulları, Türkiye koşulları dolayısıyla kendi sendikamızın koşulları diyeceğim.

Bizim üye toplantılarının, temsilci toplantılarının, Temsilciler Kurullarının her biri, bir okuldur.  Biliyorum ki KESK’li kadınlar yola çıkarken KESK oluşurken hiçbirimizin sınıf bilinci bu kadar gelişkin değildi. Her toplantı bir okuldu bizim için. Bir kere, insanda sınıf bilinci oluştuktan sonra,  daha  özgüvenli oluyor. Nereye ait olduğunu, neyi yapabileceğini biliyor. Bu kadınlar için de böyle. Birey olduğunun farkına varıyor. Bu kadın şimdi sendikada, KESK’e bağlı bir sendikada birey. Öyle görülüyor, öyle hissettiriliyor. Bütün sendikalarımızda böyledir. Sendikası, kadına kendisini birey olarak hissettirdiği için, evde de birey oluyor. Kendi işyerindeki, haklarından sınıfsal haklarından, sendikanın kendisine verdiği kadın hakları bilincinden yola çıkarak, evde de birey olduğunu ortaya koyuyor. Evde de sözünü geçiriyor. Dolayısıyla sendikanın böyle bir yansıması oluyor kadınlar açısından. 

Çevredeki, işyerindeki amiri, biraz evvel anlattığım gibi KESK’li olduğu için kadına çok da fazla baskı yapamıyor artık. Bizim işyerlerinde genel müdürlükte falan şöyle bir söz vardır: “Yetkili sendika, etkili sendika”. BTS hiçbir zaman “yetkili” sendika olmadı ama “etkili” sendika oldu. Bizim 8 Mart kutlamalarımızdan sonra,  kadınlar fiilen  işe gitmez oldular. Yasa, izin hakkını vermedi, ama biz fiilen işe gitmiyorduk 8 Mart’ta. “Sendikada toplantımız var, kadın toplantımız var “diyorduk. Türkiye’nin her yerinde böyleydi bu. Fiili durum yaratıyorduk. Belki hayatında hiç eyleme katılmamış da olsa KESK’li bir kadın oraya toplantıya geliyordu.  Hiçbir şey olmadıysa bile, bu tarz etkisi oldu, bu tarz bir dönüşüm oldu. O dönüşüm, o insanı aktif hale getirdi. Sendikada aktif bir birey oldu, belki de yönetimlere geldi. Bu tip dönüşümler oldu. Kendi içimizde eleştiririz ama KESK’in gerçekten kadınlarımıza kattığı çok şey var.

Kadınlar arasında dayanışma,  bence hayat bulmadı. Tam olarak hayat bulmadı. Bulmadı derken, tam olarak karşılık bulamadı diyeyim. Kadın dayanışmasının önündeki engel, grupsal çekişmelerimiz. 

KESK’in dışındaki engelleri saymıyorum onlardan yalıtarak söylüyorum. Biraz evvelki örneğini verdiğim taciz olayı. Orada dayanışamadık. Onu yapamadık. Her kadın dönüp kendi grubuna hesap soracaktı. Kendi adıma söylüyorum ben sordum. Bir toplantımızda “Biz neredeyiz?” dedim. O anda cevap veren arkadaş şunu söyledi: “Konu bize geldiğinde şahısla görüştük, ailesi devreye girdi. Ailesi ‘lütfen karışmayın’ dedi. Biz orada durduk. Aile olayı olduğu için”. Burada benim muhatabım bir erkekti kendi grubumdan. “Biz burada sessiz kalmamalıydık” biçiminde bireysel tepkimi göstermiştim. Bu olayı düşüncelerimi anlatabilmek açısından örnekliyorum.  Söylemek istediğim şu: Grupsal çatışmalar tam bir kadın dayanışmasının önünü tıkadı. Mesela biz şu kararı çıkartamadık kadın toplantılarımızda sendikalarda. Sonuçta hepimiz KESK’liyiz. BTS’de kadın sayısı çok az: Koşulsuz aday olan kadınlara oy verelim. Bu kararı çıkartamadık. Bunu kadın arkadaşlarımızdan dolayı da çıkartamadık. Sadece erkek arkadaşlarımız değildi. Kadın arkadaşlarımızdan dolayı da çıkartamadık. Mesela, bir kadın temsiliyeti olsun istedik genel merkezlerde. Kadın Sekreteri kadın olsun. Yerel koşullardan da farklı olarak bizim genel merkezimiz Ankara’daydı. Profesyonel yöneticimiz olamazdı, Ankara’da olmak durumundaydı yöneticilerin çoğu. Bunu gerçekleştiremedik. Biz de bunu gerçekleştiremedik. Diğer sendikalardaki arkadaşlarla olan sohbetlerde ve grup toplantılarında edindiğim izlenim de aynı şekildeydi. Grup çatışmaları, çekişmeleri, çatışma demeyelim de “rekabet” diyelim, kadın kimliğinin önüne geçiyor.

En kolay dayanışma gerçi o da KESK’in kararıydı, uygulandı, buna dışardan da destek geldi. Kadın eylemi vardı. Pantolon giyme eylemi vardı. Orada  sendikalı olan olmayan insanlar da destek verdiler. Ne zaman tam dayanışabiliyoruz biliyor musun? Kişi bir sorunu kendi sorunu, hissettiği zaman. Pantolon giymek tüm kadınlarını sorunuydu. O yüzden dayanaşabildi kadınlar. 8 Mart’ın daha önce içi boşaltılmaya çalışılıyordu. Dünya Kadın Günü yemekleri düzenleniyor, göbek atılıyor falan. İçeriği öğrenildikten sonra,  kadınlar 8 Mart’a sahip çıkmaya başladılar. Aidiyet duygusunun gelişmesi: “Bu sorun bana ait, bugün benim günüm” gibi. Biraz evvel söylediğim grev örgütlenmesi vardı ya, orada insanların direkt cebini ilgilendiriyordu. “Bu sorun benim sorunum” dedi,  ait hissetti. Çok “uçuk” taleplerle, diğer insanlara göre diyelim çok da belki sınıf bilinci olmayan insanlara göre, uçuk taleplerle çıktığınız zaman ait hissetmiyor. Onu için mücadele etmek gerekmez gibi geliyor.  Ait hissedecek. Direkt kendi sorunu olarak hissedecek, ateş kendisini yakacak. Ancak o zaman dayanışabiliyor. Ancak o zaman bir araya gelebiliyor.

“KESK’li kadın olmak” Sema Tataroğlu’nun yüzde seksenini ifade ediyor. Yüzde yirminin üzerine, yüzde seksen koydum. “Koydum” derken bu mücadele sürecinde, “ben” oldum. Ailenin verdiği kültür vardır, temel vardır, ahlakî değerler vardır, o temelin üzerine inşa edersek, benim temelimin yarısını da KESK’li kadın olmak koydu. 

Eleştiririz sıkıntı yaşadığımızı söyleriz, üzülürüz, üzerler bizi arkadaşlarımız, yıpratırlar, yoruluruz. Ama KESK’li kadın olmak ayrı bir şey. Farklı bir şey. Ben birey olarak ailemde eşit olarak büyüdüm. Kız çocuk, erkek çocuk ayrımı görmedim. Fakat toplum öyle değildi. Toplumda da o şekilde durabilmek, toplumun doğru bildiği değerlerin karşısında “Hayır bu doğru değildir” diye dimdik durabilmek konusunda, gücümün çoğunu KESK’ten aldım mesela. KESK benim için ciddi bir okuldur,  hayat okuludur. Sadece hayat değil, siyaset okuludur. Her toplantı ayrı bir dersti, ayrı bir okuldu. Her eylem dersti. 

Çok sağlam dostluklar oluşuyor. Yoldaşlık duygusundan, bu dostluklar oluşuyor. Ankara’da katliamda kaybettiğimiz arkadaşlarımıza bu kadar üzülmemiz, bu kadar yıpranmamız, acımızın, öfkemizin hiç hafiflememesi… Bunların hepsini bize veren KESK. KESK’li olmak. Başka bir örgütte böyle olmazdım diye düşünüyorum. KESK’li olmayan kadınlar, iş yaşamında da özel yaşamında da birçok şeyin farkında olmadan yaşıyor, demektir. KESK’li olmak bir ayrıcalık, bir farklılık. “Farklılık” derken kendimi çoğunluktan ayırmak anlamında değil. Bana “verdikleri” anlamında. Bunu birçok arkadaşımız da yaşıyor.

Rayda yürüyüşümüz vardı grevi örgütlediğimiz dönem. Demiryollarının özelleştirilmesine karşı, rayda yürüyüştü. Sanırım 2012 veya 2013’tü. Arkadaşlar Antep’ten Adana’ya doğru geliyordu. Adana’da ben dahil olacaktım, Ankara’ya geçecektik. İstasyonlara girip çıkıyoruz. İç Ege’de bir istasyona girdik. Adamcağız yirmi dört saat istasyonda. Tren geleceği zaman iniyor, istasyonu açıyor, sonra kapatıyor. Bir kere İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine aykırı yirmi dört saat işyerinde kalmak. “Niye?” dedim. Biz örgütlenmekten bahsediyoruz. Demiryollarının özelleşeceğinden, iş güvencesini kalmayacağından bahsediyoruz. “Niye çekiyorsun bunu?” dedim. “Ya beni sürerlerse” dedi. “Sürülsen, sürülsen nereye sürüleceksin bu dağ başından” dedim. Böyle bir korku salınmıştı. 

Biz bir hafta boyunca şehir merkezlerine yürüyerek giriyoruz. Anlatıyoruz. Ankara’ya gittik, sabah garda basın açıklaması yapılacak. Tüm demokratik kitle örgütleri, partiler orada. İki kol Ankara Gara giriş yapacak. Biri girişten, biri çıkış tarafından. Ortada buluşacaklar, konuşulacak. Ben çok fazla kürsüde bulunmamışım. O zamana kadar konuşma yapmamıştım çok fazla. Şube yönetimindeydim, ama çok fazla konuşma yapmamıştım. Otobüsün üzerinde anons edilmesi gerekiyor. Yürüyen arkadaşlar girerken, Türkiye’nin bazı illeri sayılarak.  Dediler ki,  bir kadın sesi lazım. Çıkacak arkadaş gelmemiş mi, hastalanmış mı, öyle bir şey. Tek kadın benim yine. “Hadi çık otobüsün üzerine” dediler. Anons yaparken yanımda da bir erkek arkadaş, o zamanki Genel Merkez yönetiminde olan bir arkadaşımız. İkimiz anons yapıyoruz. Benim sesim de kalın zaten. Mikrofonda  etkili bir ses. Bir süre sonra erkek arkadaşın sesi  gitti. O basın açıklamasına başlayana kadar, anonsu tek başıma götürdüm. Hayatımda ilk kez elime mikrofon aldım. Otobüsün üzerinde bangır bangır, hiç unutamayacağım bir anımdır. Fotoğrafım var otobüsün üzerinde. Yarın bir gün onu torunlarıma göstereceğim, “Biz böyle mücadele ettik” diyeceğim.  Doğrusu da buydu. Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakmak istiyoruz. Bunların hepsi de okul işte. İstasyonlardaki sohbetler, karşılaştığınız insanlar, yaşadıklarınız okul. Benim için güzel, duygusal bir anıdır.

Menü POPUP