Meliha Beysülen

Let me rule over you!

Meliha Beysülen

Trade Union of All Municipality Civil Servants, From the 1990’s onwards 

Tüm Bel-Sen and KESK offered solid grounds for me to struggle for rights and liberties. After the 1980 coup d’etat , spaces for organisation were eliminated. It was only in the 1990’s that establishing organisations became possible in the associations and in the unionist struggle. I started to be involved in union work in 1993-1994. It was a period of change in the metropolitan municipality administration where a more conservative and rightist administration took hold. A period when we faced difficulties in the workplace and struggled for union rights. Many meetings were held for rights and liberties, strikes extended to the streets. Discriminatory policies and punishment became regular in the workplaces. We constantly faced cuts in wages, warnings, displacement and similar practices. Women labourers in higher positions in the municipality were also subjected to such practices as counting the vehicles on the street. I, too, faced similar circumstances. I was given a blood pressure monitor and was sent to a remote address by truck. Most of the time there was no  sick person at the address. 

We witnessed that our male friends with whom we struggled together in the streets held the view that we should act together in the union’s elections, but they say: “Then I will take the lead afterwards and rule over you”.

To watch the video of Meliha Beysülen on “Gender equality works in a union dominated by men.” (in Turkish) click below. 

1967 doğumluyum. Hemşireyim, evliyim ve iki kızım var. Sendikayla ilk olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmaya başladığımda tanıştım. 1993-94 yıllarıydı ve Büyükşehir Belediyesinin yönetiminin değiştiği daha muhafazakâr ve sağ bir yönetimin belediyeyi devraldığı döneme tekabül ediyordu. Dolayısıyla hem işyerinde  hem de sendikal hakları için mücadele ettiğimiz bir dönemdi ve zorluydu. Mücadelede hem işyerinde hem de haklar ve özgürlükler için çok sayıda mitinglerin olduğu, iş bırakma eylemlerinin sokaklara taşındığı bir zamana denk geliyordu. Aynı zamanda iş yerlerinde her türlü ayrımcılık, süreklileşen cezalandırma politikası vardı. 

İşte maaştan kesme, uyarı, kınama sürekli sürgün, yer değişikliği gibi yönelimler sıklıkla yaşadığımız durumlardı. Benim gibi başka kadın arkadaşlarımızı da daha ağır yönelimlere maruz kalmışlardı, o süreçlerde.  Örneğin sokakta araç saydırmak gibi. Ben de benzeri bir durumla karşılaştım aslında. Elime bir tansiyon aleti verilip ücra bir adrese bir kamyonla gönderilip, “başvurucu kabul edilen hastayı” hiç bulamadığımız durumlar sıklıkla karşılaştığımız hallerdi. 

Tüm Bel-Sen ve KESK benim için sınıfsal olarak hem de toplumsal hak ve özgürlükler mücadelesi için güçlü bir alandı. Çünkü 1980 darbesi sonrası örgütlenme alanları kapatılmış, özgürlük talepleri, ancak 1990’lı yıllardaki dernek ve sendikal mücadelelerin içinde yer bulabiliyordu. Ben genelde işyerlerinde örgütlenmelerin içinde bulundum. Bu durum da çok zorluydu aslında çünkü hem iş yerindeki yönelimlere maruz kalmak hem de mücadelenin içinde olmak zordu. 

En son Tüm Bel-Sen Genel Merkez Kadın Sekreterliğinde sorumluluk aldım ve kadın mücadelesine dair çok şey öğrendim burada. Burada hazırladığımız eğitimler, Kadın Meclislerindeki deneyimlerin paylaşımı, bunların hepsi çok öğreticiydi. Başka bir mücadele alanının farkındalığını da yaratmıştı aslında. Tüm Bel-Sen iş kolunda Kadın Sekreterliği bir önceki dönem Genel Kurulu’nda kabul edilmişti. Ben Genel Merkez Yürütmesindeki ikinci kadın sekreteri olmuştum. 

Benden önceki kadın sekreteri arkadaşımızın çalışmalarının devamı olarak, ben de Kadın Meclislerimizi işler hale getirmeye, meclisin içeriğini, toplumsal cinsiyet eğitimleriyle güçlendirmeye çalışıyordum. Meclisteki deneyim paylaşımları da, dayanışmamıza olumlu yönde etkiliyordu elbette. Tabii merkez yürütme kurulunda Kadın Sekreterliği yürütmek başka bir sorumluluktu. Yerellere doğru taşınması gereken, toplumsal cinsiyet eğitimlerinin ihtiyaç olduğunu görüyorduk. Birer kadının olduğu, hatta birçok şubede Kadın Sekreterliğini dahi erkek arkadaşlarımızın yürüttüğü bir haldi. Bu da nasıl bir erkek sendikada çalıştığımız gösteriyordu. 

Sokakta birlikte mücadele ettiğimiz erkek arkadaşlarımızın, “Seçimde birlikte hareket edelim ama ben seni yöneteyim” yaklaşımına tanık oluyorduk. Bu durum iş yerlerimizin belediye olmasına, seçimle gelenlerin kendi kadrolarını oluştururken, içeriden de iktidar arayışlarının olmasına, erkeklerin işyerlerinde iktidar alanları ile ilişki kurma alışkanlıklarına da bağlıydı sanırım. Sendika Yürütme Kurullarında bulunmak da, aslında erkeklerin çoğu için bir iktidar alanı idi. Öyle söylenebilir Tüm Bel-Sen için. 

Ben Kadın Meclislerinde daha çok eğitime, dayanışmaya, kadınlara ulaşmaya, ortak kararlar çıkarmaya odaklandım ancak meclisimiz güçlendikçe daha çok zorluklarda yaşadığımızı söyleyebilirim. Kişisel olarak da yaşadığımı söyleyebilirim. Yani eşitsizliğin sokakta birlikte mücadele ettiğimiz arkadaşlarımızın, yürütmeye geldikten sonra “Sen daha çok kadın çalışmalarına odaklan”, genel örgütlenmeye dair önerilerde bulunduğumuzda “Biz hallederiz” yaklaşımı vardı. Bu aslında pasifize etme girişimiydi. Kadını belli bir alana hapsetme sözleriydi bunlar. 

Bununla beraber pratikte de daha çok çatışmaya neden olan iki olaydan söz edebilirim. Bu iki olay aslında benim pratikte üç yılımı aldı ve çok da şey öğretti. İki kadın arkadaşımızın şiddet ve tacize uğraması meselesiydi. Bunları duyduğumda hemen disiplin kuruluna taşıdık. Kadın arkadaşlarımızla görüştük. Önce bu aşamada yürütme kurulundaki, erkek arkadaşlarımızın direnci ile karşılaştık. Biz bu durumu meclisimize taşıdıktan sonra, ancak disiplin kuruluna taşınabildi. Bu kez de verilecek ceza konusunda, Disiplin Kuruluna baskıda bulundular. 

Tüzüğe göre şiddet ve taciz üyelikten atılma ile sonuçlanmalıydı. Erkeklerde “Uyarı verilsin, usul yerine bulsun” yaklaşımı vardı. Ve bunun böyle olmayacağını anladıklarında da baskıyı artırdılar.  Bu durum artık öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, siyaseti de bir yana bıraktıkları, gizli değil artık açık bir işbirliğiydi. Biz bunu başlangıçtan itibaren Kadın Meclislerinde yaptık elbette. Konuya ilişkin tutumumuzu belirledik. Cinsel taciz ve şiddete karşı politika belgesi hazırladık. Kadınların bu mücadeleyi ilkesel olarak kabul ederek, siyaset üstü görmesi gerektiği sonucuna vardık. Önceleri çekimser kalan kadın arkadaşlarımız olsa da, bir süre sonra mücadelemizin içinde yer aldılar.  Ve KESK’i ve Tüm Bel-Sen Genel Merkezi’ni faks yağmuruna tuttular tabii. 

Hatta bir şubemiz basın açıklaması yaptı ki, bu içeriden mücadele de çok büyük bir adımdı. Tabi tüm bu mücadele sürerken benim de Genel Merkez’de uğradığım durumlar vardı. Hatta disipline verilen erkek üyemizin tehdidine maruz kaldım. Bir MYK üyemizin, bu konuda sendikaya zarar verdiğim gerekçesiyle beni Disiplin Kurulu’na vermek istemesine dahi tanık oldu MYK’mız. Tüm bunlar da bana yönelik mobbing ve şiddetti aslında. Çünkü MYK’da bu duruma yönelik, sessiz bir olay vardı. Sonuçta şunu gördük bütün bu olanların sonucunda: Kadın Meclisleri, kadınlara mücadele için bir alan oluşturmuştu ve bir araya geldiğimiz her alan, aslında bizim için kazanma yoluydu. 

Ortak alanda söylediğimiz sözler, kendi kendimize söylenmiş olmaktan çıkıyor ve genele yayılıyordu. Disiplin Kuruluna verilen erkek üyelerin, Disiplin Kurul’unda aldıkları cezalar işletilmese de önümüzdeki seçimlerde bir daha aday olamadılar ve onları destekleyen Yürütme Kurulu Üyeleri de tekrar seçimlere giremediler. Bu, çok uzun süren üç yıllık bir mücadelenin  kazanımıydı. 

Menü POPUP