Organised knitting
Ebru Dinçer
Education and Science Workers’ Union – Eğitim Sen, İzmir, from the 2000s
After we were dismissed on the basis of the Decree in the Force of Law (KHK) we organised sales booths with handmade products in İzmir. The solidarity in that process many women were drawn near the labour union. Women who had only participated in big events before started to attend the union everyday. Together, we started to work intensively. We cried together; laughed together and we set up our booths together. Our goal was to put a sign to the state, which left us jobless, saying “You try to silence our friends by means of leaving them to hunger; but we are here to stand in solidarity with our friends economically, morally and organisationally. You will not reach your goals!” It seems that the state received the message quickly: A police officer came and asked, “What are you doing here?” We answered “We do organised knitting.” That meant we knitted baby shoes in an organised fashion;. Organised knitting became our slogan. It was a really well-organised activity. Some taught, some knitted, some sew… In the process there was no hierarchy among us. We were organised also in terms of the involvement of families, aunts and mothers. We and our mothers opened our coffers; and we had muslins, sheets, laces… Friends from schools contributed to our booths by offering their paintings and embroideries. Thanks to solidarity we were never alone, Our booths were very much politicised. Women’s organisations visited us. I was dismissed from my job 6 months ago. But I am with women who multiply my struggle, my faith in solidarity. I survived thanks to their solidarity and support.
To watch the video on “women from KESK who were dismissed within the scope of the Decree in the force law from their positions in public institutions, İzmir 2018” (in Turkish) click below.
To watch the video on “women from KESK who were dismissed within the scope of the Decree in the force law from their positions in public institutions and 33rd stand, İzmir 2018” (in Turkish) click here.
Üye olduktan sonra sendikanın disiplin kuruluna aday oldum. Aynı zamanda KESK Genel Meclisi üyesiydim. Bir ay kadar önce o görev sonlandı. Şuradan başlamak istiyorum. Sendikal mücadeledeki sürecim ikiye ayrılıyor dönemsel olarak. Muğla’da çalışırken 2000 ya da 2001’di, tam hatırlamıyorum, üye olmuştum. Stajyerlik kursunda tanıştım. Muğla merkezde bir arkadaşımla karşılaştım. O dönem Gökova’da çalışıyordum. “Gel, seni Eğitim Sen’e üye yapalım” dedi. Sendikalı olmak gerektiğine hep inandım zaten.
Üniversitede herhangi bir angajmanım yoktu ama solcuların yanında yöresinde hep bulundum. Kamu alanında da sendikal mücadelenin verilmesi gerektiğine inandım. Çok bilinçli değildim işin açıkçası. Eğitim Sen dışında bir sendika da düşünmedim. Serde biraz ulusalcılık düzleminde olsa da solculuk da vardı. Yalnız Eğitim Sen’in politikalarından çok haberdar değildim. Merkezde olmadığım için de yayınlarına da çok ulaşamıyordum.
O zamanlar çok ilginçtir, anadilinde eğitime karşı çıkıyordum. Bir seferinde Muğla İl Temsilciliğine gittiğimde, “Ne oluyor, bu anadilinde eğitim de nereden çıktı?” dedim. Tarihini tam olarak hatırlamıyorum ama karşı çıktığımı hatırlıyorum. Hemen bir parantez açayım: İzmir’e geldikten sonra aslında bu anadili, genel olarak Kürt sorunu ve kadın mücadelesi konusunda bende olumlu bir yaklaşım olduğunu hissettim. O dönem aynı okulda çalıştığım arkadaşla bu konuları konuşmaya başladım. Görüşlerim, düşüncelerim değişmeye başladı.
Ama belirtmeliyim ki özellikle kadın mücadelesine olan inancımın gelişmesi, hem teorik hem deneyim anlamında bana destek olan, önümü açan Nurşen Yıldırım gibi KESK’teki kadınlar sayesinde oldu. Bu süreçte politik yaşamım, ilk evliliğimden özgürleşmemle beraber başladı. Sosyalist mücadele veren bir siyasi partiyle bağ kurdum. O partideki kadınlar bana çok destek oldular. Bilincimin ortaya çıkmasında sabırla, -benim şimdi başkalarından duyduğumda tüylerimi diken diken eden Kürt meselesi ve kadın meselesine dair eleştirilerimi, hezeyanlarımı sabırla dinlediler, anlattılar, kitaplar verdiler.
Bu sırada sendikal mücadele de başlamıştı. Kürt meselesi ve kadın mücadelesi gibi temel iki sorunda ben kadınların desteği, kadınların yönlendirmesiyle, gerek KESK’li kadınlar gerek feminist kadınların yüreklendirmesi, desteği, dayanışmasıyla tam bir dönüşüm geçirdim. Bu dönüşüm otuz dört, otuz beş yaşımdan sonra oldu. O yüzden de mücadele içerisinde kısa bir tarihim var. Üye olduğum zaman, sendikada mücadele yönteminden esinlendiğim Oya abla vardı. Üye olduğum gün tesadüf 8 Mart’mış Muğla’da. Materyalistim ama, bu bana mücadelenin bir işaretiymiş diyorum. Üyelik formunu imzalayıp ilk basın açıklamasına çıktım. İlk basın açıklaması 8 Mart. Muğla’nın koşullarında karma bir açıklamaydı. Basın açıklamasını kararlı, heyecanlı duruşundan çok etkilendiğim Oya abla yaptı.
Sonra işyeri temsilcisi olmuştum. Bu nedenle il temsilcileri kongresine katıldım. Delege seçildim. Hiç kimseyi tanımıyorum ve o dönem sendika içerisindeki siyasi dinamik dediğimiz yapılardan falan ya da sendikal mücadeleye dair farklı görüşlerden bihaberim. İl Temsilcileri Kongresine geldiğimde, çok erkek ağırlıklı bir topluluk olduğu dikkatimi çekmişti. İnanılmaz bir gerginlik. Kürsüden şu an hatırlayamadım ama şimdi çok rahat tahmin edebildiğim tartışmalar yapılıyor.
O 8 Mart’ta basın açıklamasını okuyan Oya abla, erkeklerden oluşan divana rağmen kürsüyü ele geçirdi. Konuşmasını tamamlayacağını söyledi. Bir erkek topluluğunda bir kadının böyle fiili bir durum yaratması beni çok etkiledi.
Hemen sekiz, dokuz yıl sonrasına geçiyorum. 2011’de 2 no’lu Şube Yönetimine adayım. Konuşma hazırlamışım bir gece önce. Süreyi ayarlayamamışım. Çok heyecanlıyım çünkü. İki liste var. Karşı tarafın da az çok ne diyeceğini biliyorum. Kendimi ifade etmek istiyorum. Uzun bir konuşma hazırlamışım. Yine sadece erkeklerden oluşan divan, toparlamamı söyledi. O an Oya abla aklıma geldi. Dedim ki “Sayın Divan, pozitif ayrımcılık istiyorum.” Bu kavramlara o zamana kadar aşina olmuştum. “Biz kadınlar her zaman kürsüyü kullanamıyoruz. Konuşma şansımız olmuyor. Konuşmamı tamamlayacağım” dedim. Salonda muhteşem bir alkış koptu. Sonra fark ettim ki Kongre sonunda en az tanınan ve hiçbir siyasi gruba aidiyeti olmayan ve kulislerden hiç anlamayan en heyecanlı, en acemi, en genç aday olarak en yüksek oyu aldım. Şube başkanı iki yüz otuz iki oy alırken iki yüz kırk üç oy aldım. Sonuç açıklandıktan sonra, o kürsünün fiili olarak kadınlara ait olduğunu söylemem, pozitif ayrımcılığa vurgu yapmam salondaki kadınlarda karşılık buldu, bu da aldığım oya yansıdı. O gün kadın dayanışmasını ve kadınlarla birlikte kadınlar bir araya geldiğinde çok güzel işler yapabileceklerini, siyasi angajmanlardan sıyrıldığımızda aslında birçok sorunu çok kolay halledebileceğimi düşündüm.
Karma olarak katıldığım ilk eylem de Marmaris’te çalışırken oldu. İlçe Milli Eğitim Müdürünün promosyonlarla ilgili bir usulsüzlüğüne karşı, bütün sendikalar eylem yapıyorduk. Örgütlenmesinde de bulundum, katıldım. Sonuç olarak somut kazanımlar elde edilen bir eylemin içinde bulundum.
…
2009 yılının 25 Kasım’ında Menemen Temsilciliğinde kadına yönelik şiddetle ilgili ilk defa bir panel düzenledik. Ayten (Beytaş) ve Döndü (Ersoy) arkadaşların ismini zikretmek istiyorum. Hala birlikteyiz. Sendikadaki kadın mücadelesine birlikte başladık. Birlikte kadın politikaları üretmeye başladık. Çok önemli bir şey anlatmak istiyorum. 25 Kasım’da ilk defa bir avukat ve bir psikoloğun katıldığı karma panel düzenledik. Moderatörlük yaptım. O yıl Mayıs ayında tutuklanan KESK’li kadınlar için bir mektup yazıp, kadınların imzasına açtık. Yaptığımız ilk etkinlik ve moderatörüm. O dönem tutuklanan KESK’li kadın arkadaşlar ki, o dönem hiçbirini tanımıyordum, ilk takip ettiğim siyasi dava, onların davasıydı. Cezaevine yazdığım ilk mektup onlara yazdığım mektuptu. Sonra hepsiyle tanışıp, birlikte kadın mücadelesi verdim. Onlardan çok şey öğrendim, çok güç aldım. İlk dönemdeki yol arkadaşlarım o dönem henüz tanışmadığım KESK’li tutsak kadınlardı.
Sonraki 8 Mart’ta o kadın arkadaşlar cezaevinden çıktılar. Ve 2010 yılının 8 Mart’ında Menemen’de, oradaki temsilcilikteki Kadın Komisyonu bir çalışma yaptık. Mütevazı olamayacağım, çok kapsamlı, kalabalık bir yürüyüş yapılmıştı. Kadınlar slogan atmıştı. Erkekler sadece “Kurtuluş yok tek başına!” sloganı attılar. Diğer sloganlarda susturmuştuk. Bir Alevi kadının, bir tekstil işçisi kadının, tekel direnişi yeni sonlanmıştı. Oraya katılmış bir kadının konuştuğu etkinliğe, hatırladığım kadarıyla Sakine, Mine ve Meryem katıldılar. Sakine KESK’li tutsak kadınlar adına bir konuşma da yaptı. Bu benim için hakikaten çok değerli, çünkü o kadın arkadaşlarla dediğim gibi sonrasında tanışıp hem sendikal mücadelede hem kadın hareketinde birlikte yer aldık. Onlardan çok şey öğrendim. Sakine’nin Kadın Sekreterliği sürecinde de özellikle Mine’yle Kadın Komisyonunda birlikte çalıştık.
Bu arada Menemen ilçedir ya, ilçelerde çok samimi ilişkiler vardır. Biz bunu kadınlarla hemen avantaja çevirip çalışmalar yaptık. 2 no’lu Şube Kadın Komisyonu çalışmalarına da katılıyorduk. Şube Kadın Sekreterinden, İkinci Kadın Kurultayı çalışmaları kapsamında temsilcilik olarak özel bir konu istedik. Kadının toplumdaki yeri konusu için defalarca atölye çalışmaları yaptık. İlçede bunları raporlaştırdık. Şube üzerinden Genel Merkeze gönderdik. Ben delege olarak, Ayten ve Döndü de izleyici olarak o Kurultaya katıldık. Bizim yaptığımız atölye çalışmaları sonucunda ortaya çıkan rapor, o kitapçıklarda neredeyse aynen yer aldı. Biz kendimizi çok mutlu hissettik. Ayrıca bu atölye çalışmaları, henüz kadın mücadelesi ile feminizmle yeni tanışan bizim gibi kadınlar açısından bilinç yükseltme gruplarına dönüştü. Bizi çok besledi bu çalışmalar.
İlk kadın kurultayımızdı 2010’da. Ben notlar aldığımı hatırlıyorum. Teknik işlerden yapılan tartışmalara kadar çok verimli geçti. Evet, tartışmalar oldu. Orada yapılan tartışmalar sonucunda çıkan sonuçlar, biliyorum ki, Genel Kurullara götürüldü. Sendika içerisindeki kadın mücadelesinin somut kazanımları olarak tüzük değişiklikleri ya da fiili durumlar olarak karşımıza çıktı.
2011-14 yılları arasında Şube Kadın Sekreterliği yaptım. Biraz el yordamıyla yaptım. Kadın meselesine pratikte çok hızlı bir giriş de yaptım aslında. Teorisini de ona yetiştirmeye çalıştım. Okumaya çalıştım. Çok samimiydim, çok inançlıydım. O dönem çok özeldi benim için.
Arkadaşlarımla beraber her an sendikadaki kadın mücadelesine ya da genel olarak kadın mücadelesine nasıl katkı yapabilirim diye düşündüm. Şubede ilkler gerçekleştirdik. Bunlar benim için çok değerli. İlk çocuk odasını açtık. İlk kez tahtalarını mora boyadığımız bir kütüphane kurduk. Mor film arşivi oluşturduk. Şube kadın panosunu yaptırdık. Çocuk hakları komisyonu kurdurduk. Lgbti aktivistlerin katıldığı “Benim Çocuğum” filminin izlendiği sonrasında söyleşiler yapıldığı bir ilk etkinlik gerçekleştirdik. Her 8 Mart’ta mutlaka kadınlarla buluşmaya çok özen gösterdim. Eylemler dışında kokteyl, kahvaltı, Genel Merkez etkinliklerine de çok önem verdim. Hepsi bana çok iyi geldi. Oralar çünkü eylemlerde gördüğümüz kadınların birbirine yaklaştığı, sohbet ettiği, birbirlerini tanıdığı ortamlar oldu. Bunları çok önemsedim.
Bir de Bergama tecavüz davasından bahsetmek istiyorum. Dikili’de biri öğretmen, iki erkeğin on dört yaşında bir kız çocuğuna tecavüz ettikleri dava, Dikili Eğitim Sen temsilciliğimiz aracılığı ile bize iletildi. Kadın Sekreteriydim. Çok etkilendim. Komisyondaki ve yönetim kurulundaki arkadaşlarla da paylaşıp bu davayı takip etmemiz gerektiği konusunda ikna etmeye çalıştım. Kadınlar zaten taraftardı, yönetimi de ikna edip davayı takip etmeye başladık.
Önce İzmir kadın platformundan ses çıkmadı ama sonra biraz gayretle otobüsler dolusu kadınla Bergama’ya gittik. Sakine, Eğitim Sen genel merkezi Kadın Sekreteri olduğu dönemde elinden geldiğince duruşmalara katıldı. Yine Ebru Yiğit, şu andaki Kadın Sekreterimiz her fırsatta duruşmalara katıldı. Aynı anda önemli duruşmaların olduğu zamanlarda eylemlilik çağrıları yapıldı. KESK’in ve Eğitim Sen’in dergilerinde bu dava yer aldı. Her toplantıda, Kadın Sekreteri olarak duyarlılık geliştirmek amacıyla, bu dava hakkında mutlaka bilgilendirme yaptım.
Sonuçta bu dava çok korundu. Son duruşmada önümüze bariyerler kuruldu. Arbedeler yaşandı. Ona rağmen öğretmen 36 yıl ceza aldı. Diğer adam da yirmi dört yıl. Bu bizim için çok önemli bir başarıydı, Eğitim Sen ve KESK’in sendikal mücadelenin emek mücadelesini dışında da sorumluluklar alması gerektiğini kendi camiamızda anlatmış olduk. Çünkü erkek arkadaşların “tecavüzle bizim ne alakamız var?”, “çocuğun bilmem neyi olabilir” türünden önyargılarını kırmış olduk. Bu çok önemliydi.
Yine Eğitim Sen Merkez Kadın Sekreterliğinin düzenlemiş olduğu Kadın Eğitimciler Eğitimine katıldım. Şu an Merkez Kadın Eğitimciyim. Hepsi birbirinden değerli, feminist hareketin ağır toplarından eğitim aldık. Fatmagül Berktaylar… Fevziye hocalar. Akademisyenlerden katkılar inanılmazdı. Onlarla kişisel olarak sohbet etmek çok keyifliydi. Kadın mücadelesine dair donanımımızı çok besledi. Kitapları, yayınları, makaleleri o dönem edindik. Kadın Eğitimciler Eğitimi sırasında çok iyi bir kütüphanem oldu.
Bunlar çok önemli. Ne yaptım? Şubede toplumsal cinsiyet eğitimi verdim. Talep eden ilçelerde karma ya da kadınlarla birlikte eğitim çalışmaları yaptım. KESK Kadın Biriminin ‘Güvencesizleştirme ve Kadın Emeği Çalıştayı‘na katıldım. O da çok önemli bir çalıştaydı. Zaman zaman Eğitim Sen ve KESK’in dergilerine yazılar yazmaya çalıştım. KESK Genel Meclisi üyeliği yaptım 2014-2017 arasında. Bir ay kadar önce görev sonlandı. Orada KESK Kadın Platformları için ayrı bir bütçeyi geçirdik. KESK Genel Meclisinde bu oldu. Ama ortada bunca verilen mücadele varken, halen tüzüksel güvence eksik. KESK Genel Meclisinde pozitif ayrımcılık olarak, söz kullanma önceliği var. Bunlar yönergelerde de belirli artık.
Bundan önceki süreçleri anlıyorum. Mücadele eden KESK’li kadınlar kürsü kullanmak için, kota için, pozitif ayrımcılık için çok çok mücadele etmişler. Yılları alan mücadeleler vermişler, kazanımlar elde edilmiş. Ben bunların hepsi tamamlandıktan sonra girdim. Hala divan başkanına “pozitif ayrımcılığı unutuyorsun, aslında önce bana söz vermen gerekirdi” gibi uyarılar yapmak çok yorucu ve sinir bozucu. Ama mücadele etmeye devam.
…
2008’de ilk defa Ankara eylemi yapıldı. Kitlesel bir eylemdi. İlk molada halaylar, özellikle öğrenciler halaya durmuşlardı! İnsanların birbirleriyle kenetlenmesi, eyleme gittikleri için mutlu olmaları, yapılan şakalar, söylenen türküler, marşlar arabanın içinde gece boyunca beni çok etkiledi. Ankara’ya indikten sonra ağladım. Çok iyi hatırlıyorum. Bir tünelin altından geçiyorduk ve “Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız!” sloganı hala yankılanıyor. Hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum.
O zamana kadar bulunduğum hiçbir toplulukta böyle bir inancı, böyle bir mücadele azmini, böyle bir dayanışma duygusunu yaşamamıştım. Kendi kendime “Doğru bir yerdeyim. Ebru, hep burada kalacaksın. Başkalarının da burada olması, burada kalması için de gayret göstermek zorundasın. Senin yerin burası” dediğimi hatırlıyorum. Büyük eylemliliklerde, örneğin 4+4+4 uygulamasına karşı eylemlerde devletin tutumu sert oldu. O dönem yönetimde Kadın Sekreteriydim. Biliyorsunuz Ankara’ya gelişler engellendi. Biz Konak’ta buluştuk. Saat bir buçukta el ayak çekince polis bize müdahale etti gecenin bir saatinde. Ertesi gün grev kararı alındı iki gün boyunca. Yine polis bize müdahale etti ilk gün. Ertesi gün tabi bu mesajlarla sosyal medya üzerinden bu müdahaleler duyuruldu. Ciddi gaz, jop, devletin tüm şiddetinden faydalandık o dönem!
Şunu söyleyebilirim: Korkuyor ya insan. Ben tabi böyle hala bir gözaltı yaşamadım. İlginç bir şekilde yırtıyorum. Polisle karşı karşıya gelmemiştim. Korkuyordum ama o an geldiğinde korku başka bir şeye dönüşüyor. Hiç umurunda olmuyor. Hele kadın erkek kim olursa olsun, yoldaşlarınla kol kola girip o barikata doğru yürüdüğünde korkudan eser kalmıyor. Zaten güç alıyorsun. Sadece bedensel bir güç değil kastettiğim. Direnişle karşılık verilen bir eylemdi. Bir de 8 Mart’ın tatil olması talebiyle İzmir’de de greve gittik ve kadınlar olarak çok güzel bir yürüyüş yapıp, ardından bir konserle de bu grevimizi taçlandırmıştık. O da hayatımdaki önemli bir eylemdir.
4+4+4 eylemlerinden dolayı polise mukavemetten yargılandık.
Ama beraat ettik. Her yaptığımız grevden sonra soruşturmalar açıldı. O soruşturmalar klasik. Sendikanın matbu hazırladığı savunmaları veriyoruz. Altı ay önce ihraç edilene kadar bulunduğum okulda idari açıdan baskı görmedim. Şunun etkisi var: O okul özel. Biz örgütlüydük. Kurullarda biz konuşurken tabii ki idareciler, kim olursa olsun, nereden gelirlerse gelsinler bir tepkileri oluyordu… Çünkü hakikaten angaryaları yapmayacağız diye karşı çıktığımızda, bir tartışma ortamı olduğunda birçok sendikalı arkadaş destek oluyordu.
Türk Eğitim Sen’li, Eğitim Sen’li, Eğitim İş kökenli sonradan Eğitim Bir Sen’e müdür ya da müdür yardımcısı olmak için gelmiş katılmış insanlar oldu. Uzun süre orada çalıştığım, insanî ilişkilerimizin geliştiği ve aynı zamanda arkadaşlıklarımız da olduğu için çok sıkıntı olmadı. Biraz da işimizi iyi yapmaya, öğrencilerle aramızı iyi yapmaya çalışıp, bütün sendikalı arkadaşlar da böyle yapar ya, elimizden geldiğince yapmaya çalıştığımız için, bütün herkes için söyleyebilirim, orada bir baskıyla karşılaşmadık. Tam tersine çekindiler. İhraç edildiğim süreçte de dayanışmalarını gösterdiler. Orada isim verme gibi duyumlar alıyoruz. Olmuş olabilir, idarecilerden. Yüz kadar öğretmenin olduğu bir okulda çalıştık. Ama herhangi bir okulda da örgütlü olmamızdan kaynaklı bir zorluk yaşamadık.
…
Sendikada erkeklerin, kadınların etkinliklerine katılımı konusunda “Neden biz katılamıyoruz?” söylemleri oldu. Asıl sorunlar yönetime girdiğimde başladı. İki kadın arkadaştık yönetimde. şey, örneğin çocuk odası yapmak istedik. Şube binamız büyük bir daire. Bir odası çok geniş çok müsait. Odada sadece mali sekreterin bir masası var ve oda sadece kongre zamanları kulisler için kullanılıyor. “Buraya kaç tane çocuk gelecek ki?” dediler. “Kadınlar, çocuklarla geldiğinde, çocukları oynarken onlar çalışmalara katılabilir” diye anlatıyorum. “Hep siz eleştirmiyor musunuz, kadınların yeterince destek vermediklerini, isteseler bunu yapabileceklerini. Buraya geldiklerinde çocuklar oynarken onlar da sendikadaki etkinliklere katılabilirler” diyerek ikna etmeye çalışıyorum. Mali Sekreterler, kim olursa olsun, hangi anlayıştan olurlarsa olsunlar, kadın eylemleri ve etkinlikleri için yapılan harcamaları müsriflik olarak görüyorlar. Çok net. Can acıtıcı. Çocuk odasının kararını çıkarana kadar zorlandığımı hatırlıyorum. En son “Allah aşkına kocaman bir dairedeyiz, günde kaç üye geliyor. Üç bin üyemiz var. 3+1 dairedeyiz. Ve aktif olarak kaç üye ne kadar kullanıyor!” gibi bir karşı çıkışla bunu hallettim. Kokteyl yapacağız. Kahvaltı yapacağız. En ucuz yerlerden alma girişimleri. Allahtan bunlar girişim olarak kaldı. Ya da çok canımın acıdığı, acemiliğime de denk gelmişti, ilk kadın kahvaltısı yaptıktan sonra mali sekreter imza föyü, iletişim kurmak için dolaştırmıştı. 90 kadın mı geldi, “Bunun kaçı bizim üyemiz?” gibi böyle bir hesap sorma, böyle bir etkinliği, kahvaltıyı küçümseme, gereksizleştirme haline büründü. Şimdi olsa çok daha farklı cevap verir, tepki gösterirdim. Ama açıklamaya çalışıyorum. Eylemlerde megafonların erkekler tarafından kullanılması. Şube Sekreterleri çok kullanır ya bizde! Pankartları, sendikal dinamiğin bir erkek temsilcinin alması…
Bir şey daha anlatayım. KESK’li Kadın Sekreterlerin tutuklandığı 2013 müydü, 2011 miydi, biz KESK Kadın Meclisinde 8 Mart grev kararı almıştık. Onun hemen sonrasında, 2012’nin başıydı galiba, kadın arkadaşlar tutsak edilmişti diye hatırlıyorum. İlk defa KESK’li kadınlar 8 Mart’ın tatil olması için grev kararı aldık ve KESK’li Kadın Sekreterleri tutuklandı. O dönem bir afişi, şimdi tabi 8 Mart bilgilendirmesi yapıyoruz, afişi eline alıp, pat pat vuraraktan “Burada tek bir sınıf sözcüğü geçmiyor, bu renk de mor, siz burjuva…” falan söylenen bir erkek üyeye karşı çok sert çıkıştım. Çünkü zaten beraber mücadele ettiğim birçok KESK’li kadın arkadaşım, yönetici arkadaşım cezaevinde. Onun bir öfkesi var devlete karşı. Bir de kendi mücadele arkadaşlarımdan tepki almak can sıkıcı. Şöyle dediğimi hatırlıyorum: “O afişin rengine de, yazılarına da papatyalar karar vermedi!” “Burjuva” falan diyor ya, Semra Özal papatyası. Orada emeğime… bedenime… Burası emek mücadelesi değil mi, burası emek örgütü değil mi diye! Zaman zaman sert tepkiler vermek gerekiyor.
Bir de örgütlü bir iş yaptık. Pankartların kullanılması, megafonların kullanılması… KESK Kadın Platformunda önerdim o dönem. Biz buna örgütlü bir cevap verelim dedim. Buradan KESK Kadın Platformundan karar olarak çıkaralım. Kadınların istedikleri müddetçe pankartı tutma, megafonu kullanma konularında hiç itiraz gelmeyecek. Onaylandı. Ben de KESK Şubeler Platformuna bu kararı bildirmek üzere gittim. Bazı arkadaşlar, siyaset formasyonu da olan arkadaşlar çok seslerini çıkarmadılar ama şöyle diyen oldu: “Sen Clara Zetkin okumuyorsun herhalde. Bunlar her zamanki burjuva şeyleri”. Ama o karar geçti. Ve biz istediğimiz zaman pankartın önündeyiz ya da megafon kullanmak istediğimizde, kullanırız. Hatta “Kadın arkadaşlar, siz de öne mi gelseniz” diye… Ece Temelkuran’ın bir tabiri var “Mahallenin feministiydim” diye. Bu yorucu oluyor, yapmak da gerekiyor ama asıl mesele kadınlarla birlikte olup, birlikte güçlenip, dayanışmayı hayata geçirip, sendika içindeki erkek egemen zihniyet ve pratiklerle beraber mücadele etmek.
Kadınlar güçlendiğinde, erkekler bunu hissediyor ve geri adım atıyor. Bu çok net. Şube Genel Kurullarında ya da Genel Merkez Genel Kurullarında farklı siyasetten kadınlar ortak önergeler hazırladıklarında nasıl etkili oluyorlarsa, nasıl ki kadınlar kendi arkadaşlarına, yoldaşlarına “Bu böyle olacak!” dediğinde “Tamam arkadaş” deniliyorsa, kadınların birlikte bu kolektif mücadelesini, kolektif bir iradenin asıl olduğunu fark ettim. Tek tek uğraşmaktansa, daha çok kadınla tartışmak, dayanışıp erkek egemenliğine topyekun bir karşı duruş oluşturmanın önemini fark ettim.
…
Ben 2010’dan itibaren aktif olarak yer aldığımı söylemiştim. Beraber mücadele ettiğim arkadaşlarımdan kurultayların, eğitimlerin, yayınların sağlıklı yapılabilmesi, kazanımla sonuçlanabilmesi için KESK’li kadınların çok ciddi mücadeleler verdiklerini dinledim. Okudum. Aslında bir arkadaşımın anlatımında dinlemiştim. Sendikalar Yasası çıkmadan önce, tüm bu çalışmalar çok daha etkiliymiş. Kadınlar, ayrışsalar da belli noktalarda kendi sözlerini örgütleyebildiler. Farklılıkların olduğu, tartışmaların yaşandığı, zaman zaman ayrışmaların olduğu ama kadın mücadelesi, sendikal mücadele açısından da sözlerini olabildiğince ortaklaştırılıp kayıt altına aldıkları çalışmalar bunlar.
Ben bunların çok önemli, değerli, verimli olduğunu söyleyebilirim. Ama yine dönemle ilgili, şu an OHAL süreciyle ilgili, belki daha fazla yapmalıyız. Üçüncü Kadın Kurultayı çalışmalarına başlandı ki 15 Temmuz OHAL geldi ve mücadele alanımız daraldı. Farklı cepheler açıldı bizim için. Mesela ihraçlar ve sonrası gibi. Ama bir an önce kadınların birlikte düşünüp birlikte tartışıp, birlikte üretip, birlikte yayın haline getirdikleri, arşiv haline getirdikleri çalışmalara başlamamız gerekiyor. Buna çok ihtiyacımız var.
…
Toplumsal cinsiyet eğitimlerine katıldığımda çok eksik olduğumun farkına vardım. Toplumsal cinsiyet kavramını bile sendika içerisinde duydum. Kota olayı, eşbaşkanlık sistemi, eşit temsiliyet, pozitif ayrımcılık ilkesi, kadının beyanı esastır ilkesinin tüzüklerde güvence altına alınması. Dedim ya KESK genel meclisindeki söz kullanma, kürsü kullanma, tüm bunlar KESK’li kadınları çok güçlendirdi. Sendikada görünür olmamız, özgüvenimiz yerine geldi. Kesinlikle. Ben kürsüye çıktığımda heyecanlanmamı bireysel yetersizliğime bağlarken, kurultaylar, yapılan tartışmalar, sunulan tebliğlerde, aslında bunun bireysel bir durum olmadığını, bireysel bir yetersizlik olmadığını, kadın olmanın, erkek egemen sistemde eşit olmamanın, bizdeki yarattığı özgüven eksikliği olduğunun farkına vardık.
Biraz önce bahsettiğimiz o kazanımlarla birlikte kürsü kullanımları, eğitim çalışmaları, dayanışma, kadınların birbirlerine destek olup “Mutlaka kürsü kullanmalıyız, bak erkekler defalarca tekrara düştükleri halde, defalarca konuşuyorlar, saatlerce konuşuyorlar. Birbirimizi desteklemeliyiz.” tavrı bizi güçlendirdi. Özgüvenimiz yerine geldi.
Dayanışma olgusunun bu süreçte çok önemli etkisi var. Kadın dayanışmasının niçin önemli olduğunun çok iyi anlaşılması gerekiyor. Bizim sendika içerisinde yönetim karar organlarında oluşumuz, toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları sonucunda elde edilen somut kazanımlarla birlikte daha çok oluşumuz, daha güvenli oluşumuz. İfade etmemiz… Hem yerel hem merkezi düzeyde bunların bizi çok güçlendirdiğini düşünüyorum. Farklı alanlardaki çalışmalarımızı da daha rahat yapmamızı sağladı.
KESK’li kadınların birçok alanda, sendikanın dışındaki birçok alanda da kadın hareketine olumlu dönüştürücü etkileri oldu. Biz kendi içimizde güçlendiğimizde sendikal mücadeleye de güç kattık. Aynı zamanda kadın hareketinden hem beslendik hem oraya güç kattık. Kamuoyunun oluşması… çocuk istismarı mesela. Son dönemlerde bizim çok ciddi üzerine eğildiğimiz; tecavüz davasının takip edilmesinden, broşürler çıkarılmasına kadar, Çocuk Çalıştayları… 2 no’lu Şubede de yaptık. Çocuk istismarı üzerine, Çocuk Çalıştaylarının yapılmasına kadar birçok alanda daha rahat çalıştık. Yine mesela yerellerde KESK’li kadınların daha çok yönetimlerde yer alması dolayısıyla kadın platformlarındaki temsiliyetlerinin niceliksel olarak artması… Bıçak sırtı konularda, mesela savaş karşıtı mücadele, Kürt meselesi, tabii ki bu gibi durumlarda özellikle batıda kadın hareketinin Kürt meselesi karşısındaki konumlanışındaki farklılıkların giderilmesi ve Kürt kadın hareketiyle, feminist hareket arasında köprülerin kurulmasında KESK’li kadınların emeği çok.
Bu çok önemli. Kürt meselesine dair sendikanın duruşuna çok ciddi eleştiriler getiren bir siyasetteki arkadaşımın daha geçen yıllarda kadın sekreteri olarak bölgeye gitmesi ve oradaki durumu yaşadıktan sonra ciddi görüş farklılığıyla geldiğini biliyorum. Ben de başta anlattım. Kürt kadınlarıyla hem sendikal hem politik alanda karşılaşmak, deneyimlerine, yaşadıklarına kadın olarak tanıklık etmek, hani savaşın en ağır bedellerini kadınlar ve çocuklar öder deriz ya, birebir onlarla temasımda, ben bunun ne kadar doğru olduğuna ve barış talebi için kadınlar tarafından güçlü ses çıkarılması gerektiğine inandığım gibi erkeklere oranla siyasi angajmanlarına rağmen birçok kadının da bu süreçte, barış taleplerini yükselttiklerini görüyorum.
…
KESK’li kadınlar, kadın emeği, kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı gibi konularda sahip oldukları bilinç ve verdikleri mücadeleyle işyerlerinde ciddi adres oldular. Bunları biz yayınlarımızı işyerlerine götürerek, kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddeti konuşarak, olan biteni, yasal zorlukları mesela mahkemelerin kadın katillerine taciz tecavüz davalarında verdikleri iyi hal indirimlerini, işyerlerinde gündemleştirerek… hatta somut olarak kız çocuklarının başına gelenleri, istismar, taciz meselelerini birebir sahiplenerek, gerekirse okul idareleriyle cebelleşip, mücadele edip, o çocuklara sahip çıkarak… Ciddi bir bilinç yarattılar. Mücadele verdik. Çocuklara sahip çıktık.
Ben geçen yıl 8 Mart’ta kadın öğretmenler ve kız çocuklarıyla toplumsal cinsiyet eğitimi yaptım. Taciz üzerine, şiddet üzerine, bu toplumda kadın olmak üzerine sohbet ettim. Bunların çok ciddi etkileri var. Olumlu düzeyde. Kreş meselesi, doğum izinleri, benden önce yapılan kampanyalarla kazanılan bu kazanımları, işyerlerindeki kadın emekçilerle paylaşmamız… Onların soruları olduğunda, başları idareyle sıkıntıya girdiğinde biz adres olduk. Bu çok önemli.
Bizler KESK’li kadınlar olarak, güçlendiğimiz için sendikal mücadelede kadın mücadelesinde dayanışmayı bilen bir kesimiz, Bunun öneminin farkında olan bir kesim olduğumuz için, üye olsun olmasın, politik olsun olmasın, muhafazakâr olsun, farklı görüşte olsun tüm kadınlarla dayanışmayı olabildiğince hayata geçirdik.
Birçok kadın üyemizin, tam da sendikadaki kadın mücadelesini, hatta LGBTİ mücadelesini gördükten sonra üye olduklarını ben çok net biliyorum. Bunu söyleyebilirim. Aile içinde de tabii ki mücadelenin içinde güçleniyoruz. Aslında önce kadın mücadelesinin içinde güçleniyoruz. Sınıf mücadelesi, sendikal mücadelenin içinde güçlendikçe, ailelerimizle çoğumuz önce cebelleştik baskı gördük; Uzaklaştırılmaya çalışıldık. Yıllarca ailesiyle görüşmeyen arkadaşlar olduğunu biliyorum. Ama sonra aileler dönüştü. Ben KESK’li kadınların, feminist kadınların, kadın mücadelesinde yer alan kadınların, anneleriyle kız kardeşleriyle ilişkilerinde çok ciddi dönüşümler olduğunu biliyorum. Hem kendi yaşantımdan hem diğer arkadaşların gözlemleri paylaşımlarından. Biz onlara destek çıktık. Hem ekonomik anlamda, hem yaşadıkları olumsuzluklar anlamında. Babalarımıza karşı annelerimizi koruduk, korumaya çalıştık. Onların da bizim mücadelemizin, özellikle kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı gibi konularda verdiğimiz mücadeleden etkilenerek bu dönüşümleri gerçekleştirdiklerini söyleyebiliriz. Politikleştirdik ailelerimizi.
Sendikada KESK’li kadınlar var olma mücadelesi verdiler, veriyorlar, vereceğiz. Böyle giderse de vermeye devam edeceğiz. Somut kazanımlar, kotaydı, pozitif ayrımcılık ilkesi, tüzüksel değişiklikler, eş başkanlık sisteminin KESK’te ve birçok sendikada hayata geçirilmiş olması, daha çok kürsü kullanıyor olmamız, daha çok kadın renginin, kadın sözünün örgütlenmiş olmasının, sendikalardaki erkek egemenliğini oldukça geriletmiş olduğunu görüyoruz.
TİS (Toplu İş Sözleşmesi) süreçlerinde kadın emekçilerin taleplerinin Çalışma Bakanlığıyla masaya yatırılmış olması, kamuoyunda çok farklı tartışmaların gölgesinde kalsa da, aslında oldukça önemli. Şimdi siyasi iktidar bunu görmezden gelmeye çalışıyor: Dönemin KESK Kadın Sekreteri Gülistan’ın (Atasoy) TİS görüşmeleri esnasında konuşturulmaması; ona ve Hukuk-TİS Sekreterine oturacak yer verilmemesi, bunlar çok bilinçli yaptırımlar aslında. Çünkü KESK’li kadınlar, kadın emekçilerin sorunları ve talepleri konusunda çok dolu bir dosyayla siyasi iktidarın, Çalışma Bakanının önüne gittiler.
Kadın emeğini görmezden gelen, ucuzlatmaya çalışan, güvencesizleştirmeye çalışan bir zihniyeti, kendisiyle yüzleştirecek mücadele edeceğini deklare eden bir sendikanın kadın üyelerinin, Kadın Sekreterine, kadın Hukuk-TİS Sekreterine oturtacak yer bulunamaması bizim doğru yolda olduğumuzun da göstergesi diyebilirim.
…
Ben kişisel tarihim açısından, kadınların arasındaki olması gereken dayanışmanın erkeklerin müdahalesi ile çok geriye çekildiği deneyimi olan bir kadınım. Diğer taraftan tam tersi yönden, kadın dayanışmasını tüm gücü ile, tüm samimiyeti ile ihraç döneminde yaşayan bir kadınım. Önce kötüden başlayalım. Kadınlar arasındaki dayanışmaya çentik atan en önemli sebeplerden biri siyasi aidiyetlerin farklı olması. Bizler bütün çabalarımıza rağmen erkek egemen zihniyetten etkilenip, o tuzağa düşebiliriz. Mücadelemiz bu sisteme karşı. Bu mücadeleyi, sürekli hem bireysel hem örgütsel olarak veriyoruz.
Saldırıların çok yoğun olduğu dönemlerde, özellikle kadın kazanımlarına yönelik saldırıların çok yoğun olduğu dönemlerde, kadınlar bir araya daha çabuk, daha kolay gelip, birlikte mücadele edebiliyorlar. Tersinden, şu an olduğu gibi OHAL dönemindeyiz, baskılar var, korku imparatorluğu yaratılmış durumda. Bu dönemlerde kadınlar geri de çekilebiliyorlar. Orada bir eksikliğimiz oluyor sanırım. Geri çekilmek zorunda kalan kadınlarla dayanışma göstermekte belki yetersiz kalıyor olabiliriz.
…
Eğitim-Sen’in KESK’in kadın dergisinde ihraç edilen ve edilmeyen, bu sürece emek veren, örgütleyen kadınlar olarak deneyimimizi anlattık. İhraçlardan sonra beraber anahtarlıklar ürettik, kadın emeği stantları oluşturduk. O süreçte sergilenen dayanışma birçok kadını sendikaya bağladı. Dayanışma için gelen kadınların bir kısmı geri duran, daha çok büyük eylemlere katılan kadınlardı. Her gün sendikaya gelmeye başladılar.
Sendika ortamında kadınlar çoğunlukta. Birlikte hummalı bir şekilde çalışmaya başladık. Stantlarımızı beraber açtık, beraber ürettik, beraber güldük, beraber ağladık. Küçük bir anekdotu da anlatamadan geçmeyeceğim: Bizim devlete vermek istediğimiz mesaj çok netti. Biz bunu önce kararlaştırmıştık işe başlamadan önce. Derdimiz, işimizi ekmeğimizi elimizden alan devlete karşı; biz arkadaşlarımıza sahip çıkarız, açlıkla terbiye etmeye çalıştığınız arkadaşlarımızla hem ekonomik olarak hem moral olarak hem örgütsel olarak dayanışmayı eksik etmeyiz. Yola çıkış ilkemiz, “Siz amacınıza ulaşamazsınız” mesajını vermekti.
Devlet mesajı çabuk almış ki, ilk standımızda basın açıklaması yapmak zorunda kaldık, çünkü bizi taciz ettiler. Polis amirinin “burada ne yapıyorsunuz?” demesi üzerine, standa baktım, patik gördüm, dedim ki “Örgütlü, örgü örüyoruz”. Bu bizim sloganımız olmuştu “Örgütlü örgü!” Yani biz; patik örmeyi de, örgü örmeyi de örgütlü yaparız, hani bir örgüt çıkaracaksanız, patikten çıkarabilirsiniz diye, bu bizim sloganımız oldu. Hakikaten çok örgütlü bir çalışmaydı, örgüler de örgütlü. Birileri gösterdi, birileri ördü, birileri dikti, birileri yaptı. Hakikaten çok örgütlü yaptık bu işleri. Mesela bu örgü örme konusunda benim hiç yeteneğim yok. Üstelik kolumdan da rahatsızdım, buna rağmen ördüm.
Bütün bunları yaparken aramızda bir hiyerarşi olmadı. Kimse kendi söylediğinde ısrarcı olmadı. çok kolay toplandık, çok çabuk refleks gösterdik. Eylemlere daha güçlü katılmaya başladık, stantlarımız açıldı. Ailelerin, halaların teyzelerin, annelerin işin içine girmesi açısında da örgütlüydü. Sandıklar açıldı mesela, oradan neler neler çıktı. Tülbentler, çarşaflar, danteller… Mesela annem “Bunları yaptık o kadar. Kullanmadık. Bari sat da bir işe yarasın.” diyordu.
Böyle, “bir milyoncu” gibi bizim stantlar. Aradığın her şey var. Mesela Sinop’tan -bunu özellikle vurgulamak istiyorum, Sinop’taki kadın arkadaşlar yaptıklarını bize gönderdiler dayanışma için. Dikili’deki kadın arkadaşlar hem nakdi, hem de ne yaptılarsa, evlerinde ne varsa, ne üretebiliyorlarsa, bizimle dayanıştılar. Okullardaki arkadaşlar, mesela resim yeteneği olanlar, ebru yapan, zaman zaman erkek arkadaşlar da tablo yapan, oya ören, aklıma gelenler bunlar… Yağdırdılar resmen… Çok mutluyduk biz. Bu süreci biz çok kolay atlattık. Çünkü o dayanışma, birliktelik, hiç yalnız kalmadık. Stantlarımız çok politikleşti. Etrafımızdaki insanlar şaşırıyorlar, çünkü zor bir iş bu kadın emeği stantları. Hiç siftah yapmadan giden kadınlar vardı. Bizim standımız hiç boş kalmadı. Özellikle ilk bir kaç stant. İnanılmaz ziyaretçimiz oldu. Kadın örgütleri geldi kurumsal, örgütsel ziyaretler oldu; “Biz Kadın Dayanışma Derneği olarak ziyarete geldik” diyen. Sendikadan sürekli çayımız kahvemiz geldi. Bizimle sohbetlerini paylaştılar. Mutlaka işte bir simit, börek, bir kuru pasta, lokumla ziyarete geldiler arkadaşlarımız. Sohbetimize katık ettik dayanışmayı, getirdiklerini…
Biz çok güçlendik bu süreçte. Mücadeleye olan inancımı, dayanışmaya olan inancımı kat kat arttıracak kadınlarla birlikteyim. Altı ay oldu ben ihraç edileli. 29 Ekim’de ihraç edildim. Kadınların dayanışması sayesinde, kadınların desteği sayesinde ayakta kalıyorum bu çok net. Bir de beni basın sözcüsü ilan ettiler. Şehir plancıları Odası bizi panele çağırdı. İzmir’de yapılan, barış imzacısı oldukları için ihraç edilen akademisyenlerin kurduğu Dayanışma Akademisi bizi davet etti. Tüm Bel-Sen gibi özellikle 8 Mart sürecinde ihraç edilen kadınlarla, bütün örgütler, KESK’e bağlı başka sendikalar, kadın örgütleri, İzmir Kadın Dayanışma Derneği bizim için bir gece düzenledi. Bu söyleşilere ben gittim. Sürecimizi anlattım. Hem güç, destek bulduk hem de sendikal kamuoyuyla, farklı kesimlerden kadınlarla yaşadıklarımızı paylaşmış olduk. Bunlar bize, bana her anlamda güç veren, mücadele azmimi hep yüksekte tutan, direncimi arttıran, kadın mücadelesine, feminist mücadeleye olan inancımı, direngenliğimi çok diri tutan süreçlerdi.
…
KESK’li kadın olmak ne demek diye düşündüğümde, ilk hissettiğim, güçlü olmak. KESK’li bir kadın olduğum için kendimi çok güçlü hissediyorum. İkincisi çok da zorlu bir yolda olduğumu da hissediyorum, biliyorum. Çünkü bir feminist olarak da KESK gibi karma bir örgütte tabii ki yaşamın her alanında var olan erkek egemen zihniyetin de sirayet ettiği bir karma örgütte mücadele vermenin de KESK’li bir kadın olarak çok zor bir işimiz olduğunun, uzun bir yolumuz olduğunun farkındayım. Bir yanıyla da bu.
KESK’li bir kadın olmak, kadın mücadelesinin de tamamen içinde olmak demek. Mücadelenin fiilen yaratıcısı, örgütleyicisi, öznesi olmak. Ne kadar zor olsa da yıllar boyu bize gelene kadar, çok daha dağları taşları aşıp da gelen sürecin ortaya koyduğu mücadele ve elde ettiği kazanımlarla karar mekanizmalarında olmak. Yönetim mekanizmalarında olup, hem kadın mücadelesine hem demokrasi mücadelesine hem emek mücadelesine, sınıf mücadelesine şekil verme noktasında birer özne olabilmek iyi bir şey. Bu önemli. Görünür olmak, KESK’li bir kadın olarak KESK içerisinde. Diğer KESK’li kadınlarla birlikte görünür olmak, sözünün olması, rengimizin olması çok onur verici. KESK’li kadın olmak böyle bir şey.
KESK’li kadın olmak her an tüm bedelleri göze almak ama hangi bedeli ödersek ödeyelim, asla yalnız olmadığımızı bilmek demek. Bunu şu an için ihraç edilen tüm arkadaşlarım açısından da söyleyebilirim. Bu dayanışmayı bu direnme gücünü, bu sendikanın bir üyesi olmaktan alıyoruz. Öznesi olmaktan alıyoruz. Ama KESK bütünselliğinde, KESK’in demokrasi emek mücadelesinde, kadın mücadelesinde değişmemiz, dönüşmemiz gereken çok yolumuz var. Burada olarak bunu yapacağız. KESK kadın mücadele tarihi, bu topraklar üzerinde verilmiş en önemli mücadelelerdendir.