Pınar Ömeroğlu

Baweriya bi hev re û bi sendîkayê re

Wê demê me bi awayekî cidî dest ji karê xwe berdida. Berê me li pêş İller Bankası pêşmalkên xwe yên grevê li xwe dikirin. Di her yekîneyekê de hevaleke me hebû ku wê yekîne organîze dikir. Wê bê guman beşên xwe birêxistin dikirin, lê di heman demê de karmendek jî hebû ku yek bi yek li qatan digeriya da ku her kes dakeve jêrê. İller Bankası ji du avahiyan, bi tevahî 18 qatan pêk dihat. Deh-panzdeh kes li hemî avahiyê digeriyan. Ji bilî hin rêveberan her kes dadiket jêrê. Hin rêvebir jî dihatin xwarê, ji ber ku ew jî  endam bûn. Diviyabû her kes daketa jêrê, yên ne endam jî. Pêvajoyeke wisa bû. Em bi sedan kes ji du avahiyên İller Bankası  dadiketin kolanan. Tê bîra min, dema polîsan li Ulusê rê li Maliye-Senê girt, em bi sedan kes ewil çûn Ulusê, me ew ji barîkatê derbas kirin û piştre em vegeriyan Kızılayê. Barîkatên li Kızılayê, xwepêşandanên mezin, gaz, jop. Em hemû bi xwe bawer bûn. Kesî nedifikirî ku tiştek were serê me. Baweriyeke me ya mezin bi hev û bi sendîkaya me hebû.

Sendîkaya Karkerên Rê, Avahî, Binesazî, Hawirdor û Bajarvanî, AFAD,

Qeyd û Kadastroyê (Yapı-Yol-Sen)

Enqere,

Ji salên 1990î heta roja me

Bi Pınar Ömeroğlu re hevpeyvîna dîroka devkî di sala 2017an de hat kirin.

Wêne: Pinar Ömeroğlu, ji aliyê rastê ve ya duyemîn, çalakiya ji bo banga civîna awarte ya Meclîsa Tirkiyê ya ji bo li dijî kuştina jinan, Enqere, 20. Tîrmeh 2014

Kırk yedi yaşındayım. İnşaat mühendisiyim. Uzun bir zamandır İller Bankasında çalışıyorum. İlk önce bir buçuk yıl kadar özel sektörde çalıştım. 1995 yılında İller Bankasına girdim. Kamu çalışanı olmak ve KESK’li olmak sürecim de böyle başlıyor. on yıldır evliyim. Çocuğum yok. Bu zamana kadar KESK’le hep bağlantım oldu. Şu anda işyeri temsilcisiyim sadece. Ankara’da doğdum, Ankara’da okudum Ankara’da büyüdüm. Aralıklarla kısa süreli Ankara dışında hatta Türkiye dışında yaşadım ama hep temelim dönüp geldiğim yer Ankara oldu. Hala da buradayım.

1995’te İller Bankasının sınav açtığını duydum. Kamuya girmek istiyordum, çünkü daha güvenceli bir iş istiyordum. Kamu çalışanları sendikaları o dönemde yeni kurulmaya başlamıştı. 90’lı yılların hareketli zamanlarıydı. Ben de ODTÜ mezunuyum. ODTÜ’den itibaren hep sol, sosyalist faaliyetlerin içindeydim. Biraz kenarından kadın meselesi, kadın faaliyetlerim de vardı. Ama o zaman ağırlıklı değildi. Hep bir yerlerde olalım, kitlenin içinde olalım, kitle mücadelesi iyidir gibi düşüncem vardı. Zaten özel sektörde çalışmak çok da keyifli değildi. Düzgün maaş almıyorduk, fazla çalışıyorduk. Maaşımızı zamanında alamıyorduk. Bir deneyeyim dedim. İller Bankasının sınavına girdim ve kazandım. Bursa’ya atandım. Bir sene Bursa’da çalıştım. Bursa’ya gittiğimde ilk sorduğum soru “İller Bankası’nda hangi sendika var” oldu. O zaman İl Sendi. KESK kurulmamıştı. Ama o da kamu çalışanları sürecinin bir parçasıydı. Ben üye olmak istiyorum dedim. İşyeri temsilcisini buldum. Hatta “Dur asaletin tasdik olsun, ondan sonra olursun” dediler. “O neymiş” dedim. O zaman öyle şeyler garip geliyordu. “Ben üye olurum” dedim, “asalet tastiği bilmiyorum” dedim. İlk eylemimi Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu süreciyle yaptım. O süreçte 15- 16 Haziran büyük Ankara eylemi vardı. Bursa’dan Ankara’ya geldim o eyleme katıldım. Güzel zamanlardı. O zaman evli değildim. O dönemde bir evlilik yaşadım. Ankara’da ancak aileyi birleştirebileceğimiz için. İkimiz de Ankara’ya geldik. O Diyarbakır’da yaşıyordu ben Bursa’daydım. Ankara’ya tayinim oldu. Sonra Ankara’da o süreç KESK’in kurulma süreciydi. İller bankasında işe başladıktan sonra, Enerji Yapı Yol-Sen’in kuruluş sürecine bir şekilde dahil oldum. Ankara’dan insanlarla tanışmıştım. Bursa’da bir eğitim çalışması olmuştu. Çok hevesli bir gençtim. Yeni bir çalışan görünce, insanlar hemen elinden tutuyorlar tabi. Bursa’daki eğitim çalışmasında fark edilmiştim. O zaman daha bölgesel eğitimler de yapılıyordu. Sadece Bursa mıydı hatırlamıyorum. Merkezi bir eğitimdi. Sonra Ankara’da, Enerji Yapı Yol-Sen’in kuruluş sürecinde İller Bankası ayak diretiyordu. Bağımsız bir sendika olarak kalmak istiyorlardı. Fakat cevval yeni gençler, ateşli insanlar olarak biraz değiştirdik o süreci. Rüzgârı değiştirdik. Benimle aynı dönemlerde başlayan bir arkadaşım vardı. O süreçlerde biraz zorlandık ama bir sürü insanla tanıştık. Sonra şube yönetiminin oluşumunda yer aldım mı şimdi hatırlamıyorum. Ama muhtemelen yer almışımdır. İki dönem Ankara Şubedeydim.

Ankara Şubede de görev aldım. Genel Merkezde de yer aldım. Döndükten sonra sanıyorum bir dönem daha yer aldım ama sonra bıraktım. Devam etmedim. Şubede de görev almadım. Sadece İşyeri Temsilcisi, Genel Merkez delegesiydim. Öyle devam ettim.

15- 16 Haziran benim açımdan büyüleyici bir şeydi. Herkes içinde tabi. Çok heyecan vericiydi ve Ankara’ya ben bir gün önceden gelmiştim, ailem Ankara’da olduğu için. Geldim. Eyleme gideceğim. Cuma gecesi de hiç uyuyamadan gelmiştim. Pazar gecesi dönerken artık o kadar yorgun ve uykusuzdum ki, Bursa’ya dönene kadar deliksiz uyuduğumu hatırlıyorum. Çok etkilenmiştim. Sonu biraz hayal kırıklığı gibi olmuştu. “Hakkımızı alana kadar devam edeceğiz ve Ankara’yı terk etmeyeceğiz” diyorduk. Kendi adıma, ben gitmeyi düşünmüyordum. O zamanlar daha heyecanlıydım şimdi biraz daha temkinle yaklaşabilirim hayata, ama o zaman dönmeyi düşünmüyordum. Bir sürü insan da istemiyordu. O süreç biraz içimde kırılmaya sebep olmuştu. Bizim dışımızda şeyler vardı; Hani buradaki insanlar birlikte karar alacaktı, hani kolektif olacaktı, gibi süreçler nedeniyle içimde azıcık bir kırılma yaşamıştım. 

Sonra bolca iş bırakma eylemi yaptık. O dönemler ciddi ciddi iş bırakıyorduk. Şimdiki gibi aralara derelere sıkıştırılmış zamanlarda yapılan toplaşmalar, ne bileyim sevk almalar değildi. İller Bankasında grev önlüğümüzü giyerdik. Her birimde, dairede, mutlaka o birimi örgütleyen bir arkadaşımız vardı. Çok değişti tabi her şey. Mutlaka onlar kendi dairelerini örgütlerlerdi ama o yetmezmiş gibi, herkesi indirmek için tek katları gezerdik. Operada önde on bir katlı bina vardır, bir de arkada yedi katlı bina vardır. Toplam on sekiz kat. Bunu yapan on kişilik çekirdek bir kadro olurdu. Bazen on beş kişi. Bütün müdürler hariç, müdürlerin de bazıları katılıyordu, onlar da üye oluyordu çünkü. Hatta üye olan olmayan herkes. Kimisi de “Yarın gelmiyoruz işe değil mi?” derdi. Gelmiyorlardı. Öyle bir süreçti. Böyle yüzlerce kişi İller Bankası’ndan, o iki binadan sokağa indiğimizi Ulus’ta Maliye Sen’in önünü polis kestiğinde,  o yüzlerce kişiyle önce Ulus’a gidip barikatı aştırıp tekrar Kızılay’a geldiğimizi hatırlıyorum. 

Kızılay’daki barikatlar, devasa eylemler gazlar, coplar… Çok inanan insanlardık hepimiz. Hiç kimse başımıza bir şey mi gelir mi diye düşünmüyordu. Bayağı ciddi güveniyormuşuz birbirimize ve örgütümüze. Güzel zamanlardı ve insan ilişkilerimiz çok çok daha iyiydi iş yerlerinde. 

Şimdi İller Bankası anlamında şöyle bir sıkıntı yaşadık: BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu), banka niteliği olduğu için bir anlamda BDDK’ya (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu) uyum sağlayabilmek için anonim şirket olduk 2011 yılında. 2011 yılında anonim şirket olunca, bireysel sözleşme imzaladık. İmzalamayanlar havuza gittiler ve kamuya dağıldılar. O süreçte bayağı kan kaybettik. Sendika olarak da, kurum olarak da. İnsanlar güvencelerini teslim etmek istemediler. 657’yi (Devlet Memurları Kanunu) ne kadar eleştirirsek eleştirelim şu dönemde işlevi kalmadı ama o dönem işe yarıyordu. Çok kan kaybettik. Zaten sonrasında Kamu-Sen’in (Türkiye Kamu Sendikaları Konfederasyonu) kurulma süreci var. İşyerlerinde Kamu-Sen üzerinden üyelerimiz istifa ettirildi. Direkt bölge müdürleri aracılığıyla baskı yapıldı. İnsanların zorla bizden istifa ettirilip Kamu-Sen’e üye yapılması süreçleri yaşandı. En büyük zararı bence 4688’le, sendika yasasıyla gördük. KESK’in kendi özgüvenini kaybetmesi anlamında ve Memur-Sen’e (Memur Sendikaları Konfederasyonu), Kamu-Sen’e, devlete tabi olmaya başladıktan sonra, artık KESK eskisi gibi bir KESK olmaz oldu.

Doğrusu çok ciddi sürgün, ceza, engelleme yaşamadım. Çok aktif olduğum dönemlerde bütün iş bırakma eylemlerine katılıyordum. Son on yıldır tabi çok başka bir iklimde yaşıyoruz ama. İş bırakma eylemine katıldığım için, genelgeler bize de dağıtılıyordu, imzalatılıyordu. Katılırsanız, gerekli işlem yapılacaktır hakkınızda vs. diye. Başbakanlık genelgeleri çıkıyordu. O bağlamda herhangi bir ceza almış değilim. Soruşturma açılmış değil. Yalnız İller Bankasında bizim bir ek ödememiz vardı. O ek ödeme kaldırıldı. Onunla ilgili bir eylem yaptık, bildiri dağıttık işyerinde. Büyük bir eylemdi. O bildiriden dolayı soruşturma geçirdim. Kınama cezası aldım sanıyorum. Son dönemlerde daha çok mobbing yaşıyorum. Sendikal olarak çok aktif değilim işyerinde. İşyerinde temsilcisiyim, hala KESK’liyim. Çok az sayıda KESK’li var işyerinde.  Genel kurul yapıyoruz Ankara Şube genel kurulu. Kocaman İller Bankasından sadece 9 delege var. Otuz altı, kırk kişiymişiz. Genel Müdürlük anlamında. İllerde de var ama çok az zaten oralarda. O zaman mesela yüzlerle ölçülen rakamlardı. Şimdi otuzlara kadar düştü. Üç yüz, dört yüz üyemizin olduğu, yüzde yetmiş örgütlü olduğumuz zamanları hatırlıyorum İller Bankasında. Şimdi doğrudan bir tehdit ya da bir baskıyla karşılaşmıyorum. Ama örneğin bir iş için bir yere gitmem gerekecek. Ben uzun zamandır neredeyse iki senedir hiçbir yere gönderilmiyorum görevli olarak… En son geçen sene Eylül ayında İstanbul’da bir eğitim vardı. İki isim bildirilmişti. Onay çıkarken, son anda benim ismim o listeden çıkarıldı. Hizmet içi eğitimlerde de böyle. İsmim çiziliyor sürekli. İş yaptırma anlamında bir sorun yaşatmıyorlar ama bu tür, engelleyebilecekleri şeyleri de engelliyorlar. Bir sürü soruşturmalar oldu. OHAL süreciyle KHK’larla. Bizim sendikamızdan bir arkadaşımız açığa alınmıştı. O da geri döndü. O da sendikal faaliyetle bağlantılı bir şey değildi. Aklandı geri döndü. 

KESK’liyim, Yapı-Yol Sen’liyim diye doğrudan bir şey yaşamıyorum ama görünmeyen duvarlar çektiler. İş anlamında dışlandığımı fark ediyorum. Çok açık, anlaşılmayacak bir şey değil. Keyifsiz bir durum tabi. Eskiden yüzümüze söylerlerdi. Şimdi artık kimse yüzümüze bir şey söylemiyor.  “Bir sorun yok, Pınar Hanım” diyorlar.

İller Bankası’nda aslında 2011’e kadar biz idareciler anlamında da, merkezde çok sıkıntı yaşamıyorduk. Ama bölgelerde sıkıntılar yaşayan arkadaşlarımız oldu. Sürülen de oldu, başka baskılar da oldu. Ben Ankara’da doğrudan yaşamadım. 2011’den sonra, sözleşmeli olma sürecinden sonra, çok şey değişti. AKP’yle birlikte de  “Yapmayın, etmeyin” gibi doğrudan bir saldırı yok ama etkisiz kılma var. 

Biz de bilmiyoruz ama bir sürü insan da istifa etti. Neden istifa ettiklerini bize söylemiyorlar. KESK’li olmak artık çok muteber bir şey değil. Kamu-Sen’e geçen oldu. Hiç üye olmayan oldu. Yeni gelenlerden çoğu Memur Sen’e üye oldu arkadaşların. Yeni işe başlayıp da 2011’den sonra bizim işyerinde sendikaya KESK’e,  Yapı Yol Sen’e üye olan sadece iki kişi var. Görünmeyen, söylenmeyen şeyler var. İnsanlar cesaret edemiyorlar. Üniversite hayatından tanıyorum. Şimdiki hayatını biliyorum bu insanların. Bir dönem “İstifa ettik” falan dediler, “biz döneceğiz” dediler. Sonra dönmediler. 

Tedirgin olduklarını anlıyorum. “Tek kişi bile kalsam devam edeceğim” diyorum ben. Sendika fiziken yok, ama oraya o takvimi asacağım. O takvim orada duracak. O takvimi asan insanlar olduğu sürece de adı bitmeyecek. Siz silmeye çalışsanız bile insanların hafızalarından… İyi ilişkilerimiz de var tabi arkadaşlarımıza. O okuz beş kişi, sadece onlar değil tabi. Üyemiz değil ama birbirimizi desteklediğimiz insanlar var. Başka kurumlarda bir sürü insan işten atıldı. İşyerinden insanlar ihbar ettiler. Böyle bir kurum olmadık biz. Kafa kafaya zıt düşüncelerimizin olduğu insanlar bile, arkamızdan çok iş çevirmediler. İdarecileri söylemiyorum. Onlar başka bir şey. İş arkadaşlarımız. Dolayısıyla çok ciddi anlamda sıkıntı yaşamıyorum.

Annemler hep endişeli olurlardı. Bir sürü şeyi de onlardan gizli saklı yaptığımı hatırlıyorum. Evliyken, eşimden saklamaya gerek duymazdım ama annemlerden saklardım. Gözaltına alındım. Beş gün gözaltında kaldık. Ölüm oruçları sürecinde. Yüksel’de bir eylem vardı. “Evdeki telefon arızalıydı”. “İşteki bilmem ne arızalıydı.” Beş gün idare etti herkes ailemi. 

Diyarbakır’a gitmiştik hep birlikte 8 Mart için. Gerçi girememiştik. Oraları hiç anlatmadım. Endişeleniyorlar, diye anlatmadım. Annemi KESK kadın kurultayına getirmiştim. Çok değişik bulmuştu ortamı. İstanbul’da iş bırakma vardı ve köprülerdeki gişe çalışanları gözaltına alınmışlardı. Bizim bütün yöneticiler oradaydı. Onlar da gözaltına alınmışlardı. Ben görevli değildim ama buradan oraya gitmek zorunda kaldım. Onu, anneme babama söyleyemedim. 

Köprünün üzerindeyiz. Annemler beni bir şekilde televizyonda görmüşler. Sonra sendikayı aramışlar. Köprüde ismim anons edildi. “Allah, allah” dedim “ne oluyor?”. İnsanlar burada, sendikacılar burada. “Kim arıyor” dedim. “Annen” dediler. Öyle ufak tefek kaçamaklarım oluyordu. Ondan sonra sanıyorum Silopi’ye gitmiştik hep beraber 2003’te. Demek ki yönetimdeymişim o zaman. Irak işgali döneminde. Yine annem beni televizyonda görmüştü. Böyle kaçamak eylemlerim çoktu. Annemlerden çok şey gizlediğimi hatırlıyorum. Yüzde 20’sini falan anlatıyordum. Sonra da şöyle düşünmeye başladım. Anlatmadığımda, daha çok merak ediyorlar. 

Kadın Sekreterliğinin oluşumunu hatırlıyorum. Kadın Sekreterliği ile ilgili tartışmaları ve tüzük değişikliklerini hatırlıyorum. Çok büyük bir dirençle karşılaşmıştık. Hem kadın üyelerden, hem erkek üyelerden direnç vardı. Erkek üyeler ağırlıktaydı, ama kadın arkadaşlarımız da “Kadın Sekreterliği de nereden çıktı?” diyorlardı. “Bu sınıfı, sendikayı böler. Sanki bağımsız örgüt kuruyormuşuz gibi olur” diyorlardı. Ciddi sıkıntılarla karşılaşmıştık. 

Ben aslında kadın hareketine çok sempatiyle, çok sıcak baktığım ve kendimi aslında feminist olarak nitelendirdiğim halde, bağımsız kadın hareketi içinde neden hiç yer almamıştım bilmiyorum. KESK Kadın Sekreterliği ve KESK’in içindeki kadınlar aslında bu anlamda, benim biraz daha bağımsız kadın hareketi, kadının bağımsız alanlar oluşturması meselesini düşünmeye sevk etti beni. Bu süreçlerin, bu anlamda bende olumlu olduğunu düşünüyorum. O tartışma süreçleri, sonra eğitimler çok iyi oldu… Çok ciddi eğitimler aldık. Ayda bir, İstanbul’a gidiyorduk. Ankara’da eğitimler oluyordu. Hem bizim sendikanın oluyordu hem KESK’in oldu. 

Uluslararası deneyimlerden yararlanıyorduk. Bayağı büyük bir şeydi ama şu vardı: Solcu, standart erkekler, kadın meselesini hep dalga geçilecek bir şey gibi görüyorlardı. Ben böyle hissediyordum o dönem. Sendikada Kadın Sekreterliği olduğu için, kadın merkez yönetimine girebiliyor gibi bir algı vardı. Bir sürü dönüşüm yaşadık. Kadın Komisyonu kurduk Enerji Yapı-Yol Sen’de. Bütün şubelerimizden en az ikişer tane kadın arkadaş geliyordu. Onlarca kadınla merkezi kadın toplantıları yapıyorduk Enerji Yapı-Yol Sen’de. Hafta sonları yapıyorduk genelde. Gelirlerdi yine de. 

Dil çok kötüydü. “Kadınlar toplaşmışsınız, iyi dedikodu yapıyorsunuzdur” diyenler vardı. “Ne yapıyor bu kadınlar? Nedir bunların dertleri?” diyen de vardı tabi. Kadın meselesine olumsuz bakan kadınlar da vardı komisyonun içinde. O kadın arkadaşlar da bir dönüşüm yaşadılar. Erkeklerin de bir kısmı da dönüşüm yaşadı. Ama hep, hala devam eden bir direnç görüyordum. Pozitif ayrımcılık konuşuyorduk. Çok konuşulan bir şeydi. Kota meselesi. “Kadın Sekreterliği eyvallah da kota yaktı yıktı ortalığı. Nereden bulacağız kardeşim biz o kadar kadını yönetimlere?” diyorlardı. İller bankasındaki çalışmalarımı da düşünüyorum. Üyelerimizin de yüzde yetmiş, sekseni kadındı. Kadınların çok yoğunluklu çalıştığı bir işyeri. Kadınlar sokağa bir çıkarlardı çığlık çığlığaydılar eylemlerde. Diyorduk ki, “Yüzde 70’i yüzde 60’ı kadın olan işyerlerinde çalışıyoruz. Utanmıyor musunuz, yönetimlere en az bir kadın bulmaya? Ona bile itiraz ediyorsunuz.” Kadın Sekreterliği üzerinden merkez yönetiminde, şubede kota tartışmaları başlamıştı. Kadın Sekreteri diye erkek gönderen çok şubeler vardı. 

Bir haftalık bölge gezileri yapıyorduk. Yanımda bir de erkek arkadaşımla gidiyordum. İnsanlar ne düşünürler diye düşünüyordum. Aklımdan geçiyordu. Bir erkekle gidiyorum acaba ne düşünürler. Akıllarından olumsuz şeyler geçer mi? Kimseyi ilgilendiren hiçbir şey yok özel hayatımla ilgili ama böyle şeyler geçiyordu aklımdan. Kadın bedenini, kadın görüntüsünü çok da göstermeyen kıyafetler seçiyor, kıyafetime falan çok fazla dikkat ediyordum. Kadın Sekreteriydim. Kadınlarla başkaydı ilişkim. Onlarla çok mutluyduk bir arada olduğumuzda. Sohbetimizi de yapıyorduk içkimizi de içiyorduk. Gittiğimde kadın arkadaşların evinde kalıyordum. Erkeklerin de olduğu ortamlarda özellikle akşam yemeklerinde fazlasıyla gerildiğimi hatırlıyorum. Şimdi olsa başka davranırım. 

Kadın Sekreterliğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum KESK’te ve sendikalarda. Şu anda ne durumda çok fazla bilmiyorum. Eğitim Sen’de işlediğini KESK’te işlediğini biliyorum ama bizim sendikalarda falan çok aktif olmadığını düşünüyorum. Hatta Kadın Sekreterliğini, Hukuk Sekreterliğiyle birleştirmiş olduklarını hatırlıyorum. Kadın üye bulamamak sebebiyle.  Sözlerimizi yırta, yırta, parçalaya, parçalaya, bağıra, bağıra ürettik. Çok direnç vardı. Her yerde direnç vardı. KESK’te de vardı. Şu anda örneğin Türkiye’de eş başkanlık gibi şeylerin konuşuluyor olmasında KESK’teki kadın çalışmalarının ve o dönemdeki o eğitimlerin payı büyük.

Hayatımda olmadığı kadar çok eğitim aldık o dönemde. Merkezi eğitimlere de katılıyorduk. KESK’in düzenlediği. Bizim sendikamız da çok geniş kapsamlı olmasa da eğitimler düzenlemişti. İkisini eşgüdümlü yürütüyordum Enerji Yapı-Yol Sen’deki merkezi görevimi. Hem örgütlenme çalışması yapıyorduk hem her gittiğimiz yerde mutlaka ve mutlaka işyerinde yapabiliyorsak işyerinde, yapamıyorsak hafta sonu ya da akşam bir kadın toplantısı yapıyorduk. Her gittiğim ilde ve şubede bunu gerçekleştirmeye çalıştık. Neler konuşabiliriz diye bir çalışmamız vardı. Merkezi Kadın Komisyonuyla birlikte hazırladığımız. Hem de hocalardan aldığımız eğitimlerle hazırladığımız. Sunuş gibi bir şey yapıyorduk. Sonra da bir forum yapıyorduk her işyerinde. Örneğin işyerlerinde genel toplantı yaptığımızdaki sıcaklıkla, kadınlarla yaptığımız toplantılardaki sıcaklık, samimiyet farklıydı. Çünkü kadınlar her şeylerini anlatabiliyorlardı. Özel hayatlarından da bahsediyorlardı. Çünkü hayat, işyerlerinden ibaret değildi. Zaten “Özel olan politiktir” meselesinden, her şeyi konuşabiliyorduk. Bütün bu süreçlerin sonunda örneğin gittiğimiz ve kadın toplantısı yapabildiğimiz iş yerlerinde ya da şubelerde bir sonraki yönetime mutlaka bir ya da iki kadının girdiğini gördük. 

Çok açık bir şekilde gördüm ki, kadınlar kendi sözlerini üretebilmek için kadınlarla birlikte olmalı, birileri onlara bir şeyler öğretmeden, kendi başlarına bir şey yapmalılar… Kendi sözlerini üretip tartıştıklarında “Bu bizim sözümüz” dediklerinde çok daha güçlendiklerini, çok daha özgüven geliştirdiklerini gördüm. Şu anda çok fazla takip edemiyorum KESK’in ya da sendikaların kadın faaliyetlerini ama şunu söyleyebilirim. KESK’te kadın faaliyetlerine kenarından köşesinden bulaşmış bir sürü kadın, bayağı önemli yerlere geldiler. Belediye başkanı da oldular. İlçe eş başkanı oldular. İl eş başkanı oldular. Demek ki üretebilmişiz. Çok zor oldu ama artık değiştirilemez. 

Ama şunu söylemişti bir kadın. Sanırım İstanbul’da KESK’in bir eğitimine katılmıştım. Finlandiyalı olabilir, bir sendikacı kadın gelmişti. Sendikasının genel başkanıydı zaten. Onlar yüzde 50 kota koymuşlar ama kotaya gerek kalmayacak kadar çok iyi durumdalardı. Şöyle dedi: “Biz haklarımızı aldık sendikalarda. İstediğimiz noktaya ulaştık. Erkekleri de etkiledik. Kadınları da etkiledik. ‘Artık bu politikaların geri dönüşü yok. Biz bu yolda devam ederiz’ dediğimiz noktada hemen geriye gidiş başladı”. Eskisi kadar sık eğitim yapmadıklarını, eskisi kadar sık kadın toplantısı yapmadıklarını, politikaları kadın gözüyle yeniden değerlendirmediklerini, işyerlerindeki kadınlara yönelik, kadınların sorunlarına ilişkin veri toplamadıklarını farkettiklerini anlattı ve “Birkaç sene içinde geriye dönüş başladı” dedi. “Deneyimdir bu” dedi. “Dünyadaki en eşit sendikal deneyime sahibiz. Belki ülke olarak da kadın politikaları ve toplumsal cinsiyet çok yerleşmiş görünüyorsa bile,  eğer durursak, elimizi çekersek, geriye dönüş bir o kadar hızlı oluyor” dedi. “Sakın, ama sakın tutarlı sürekli kadın faaliyetini, bağımsız kadın faaliyetini de sendikalarda sürdürmediğiniz ve politikaları sürekli kadın gözüyle değerlendirmediğiniz sürece, kadın politikası zafiyete uğrar. Biz bunları kolay kazanmadık” dedi. “Dünyanın bir sürü yerinde kadınlar seçme hakkını bile ne kadar yakın tarihlerde almışlar. Asla durmayacağız. Sürekli ve tutarlı devam eden bir kadın faaliyeti şarttır” demişti. Onu hep aklımda tutuyorum. Durduğumuzda o haklar baki değil. 

Eskiden erkeklerle de gayet iyi anlaşıyorum diye düşünürdüm. Erkeklerle de dostluk kurabilirim. Hala da düşünüyorum. Hala da erkek arkadaşlarım, dostlarım var çok yakın. Hayatım boyunca da devam etmesini istediğim. Ama kadınlarla kurduğum, o KESK sürecinde Kadın Konferansları, kurultaylar,  yaptığımız kadın toplantıları çok önemliydi. 

Hep “insan, insanın kurdudur” derler sonra da kadın, kadının kurdu derler ya… Ben onun doğru olmadığını birebir sendikal yaşamımda, politik yaşamımda, özel yaşamımda kadınların birlikteyken ve dayanışma içindeyken çok daha güçlü olduğunu ve kadınların asla kadınların düşmanı olmadığını öğrendim kendi adıma. 

Ben kadınlara çok güveniyorum. Hayatımdaki kadınlara çok güveniyorum. Erkeklerden de daha çok güvendim. Dolayısıyla bu benim açımdan bir güçlenme ve bir değişim- dönüşüm oldu. Kadın meselesine bakışım değişti. Bir sürü kadın için de böyle oldu. Kadın Sekreterliğine karşı çıkan arkadaşlarımızın sonra bağımsız kadın çalışmaları içinde yer aldıklarını gördüm. 

Sonra çıkıp kürsüye konuşma meselesi. Hayatımızda önemli bir şeydir. ”Ben nasıl çıkıp konuşacağım” derdim. Ama Kadın Sekreterisin, Kadın Sekreteri olarak senin sunman gerekiyor raporunu. Bir sürü şey yapmışsınız, onları anlatman gerekiyor. Bir yere çıkıp, bir şey anlatmak bile hayatımızda zor bir şeydi. 

Erkekler çok rahat çıkıp anlatıyorlardı. Bazılarının söyleyecek hiçbir şeyleri yoktu, sadece rahattılar. Çünkü bu bir haktı onlar için, o hakkı sonuna kadar kullanıyorlardı. 10 tane erkek çıkıp, birbirinin aynısı on tane sunuş yapıyordu. Kimse de şey yapmıyordu. 

Biz çıktığımızda ise, örneğin ben öyle bir sunuşlar hazırlardım ki! Eksiksiz olacak. Mükemmel olacak. Öyle bir şey yoktu oysa. Öyle bir şey olmadığını zaman içinde deneyerek, yaşayarak öğrendim. Oraları kırdık. Şimdi bir yerde “Pınar, bir sunuş yapar mısın?”  dediklerinde rahatlıkla yapıyorum. “Ne var, önemli bir şey değil” diyebiliyorum. Bunları sadece ben yaşamadım. O kadar çok kadın yaşadı ki bunları. Birinin Kadın Sekreterliğini eleştirmek için bile, kürsüye çıkıp konuşması, bence kadın sekreterliğinin kazancıdır. O politikanın bir kazancıdır. Türkiye’deki kadın hareketi içinde, bence KESK’in çok çok ciddi bir emeği ve önemi vardır. 

Kadın Kurultayı yapıp, bir de barış talep ederek, Diyarbakır’a gitmeyi göze alan KESK’li kadınlar oldu. O yüzden artık politikada kadınlar ciddi yerlere geldiğinde, kimse bir şey diyemiyor. Bir eski başbakanımız vardı Tansu Çiller. Kadın bakış açısıyla baktığımda, kadın denebilecek bir kadın değildi. Ama şimdi politikanın her yerinde kadınlar var. Ben bunun çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. İşyerlerinde de sendikadan aldığımız güvenle, kadınlar olarak da kafa tutabildik. Amirlerimize de müdürlerimize de. 

Ya da birisinin başına bir şey geldiğinde işyerinde, o kadın arkadaşımız gidip başka bir sendikanın üyesi bile olsa, gelip bize derdini söylüyordu. Bir sorunu olduğunda, bir tacizle karşı karşıya kaldığında, gelip bizden yardım ve destek istiyordu. Biz ortalığı az karıştırmıyorduk böyle durumlarda. Böyle birebir örnekler veremeyebilirim ama son on yıllık Türkiye’nin politik sürecini düşündüğümde, artık bu ülkede kadınlar bir şeye “Hayır” diyorsa, kadınlar bir yerlerde sesini yükseltiyorsa, tacizcisiyle evlendirilme meselesi, o yasanın geri çektirilmesi gibi…”Sendikalı kadınların etkisi yoktur” demek çok ahmaklık olur. Hakkını yemek olur bu sürecin. Kendimde o dönüşümü gördüm. Bir sürü insanda da KESK’li kadın olmanın dönüşümünü yaşadık birebir bence.

Sanıyorum saldırı ya da sorun dışardan olduğunda, çok daha kolay dayanışabildik. Bir üyemize bir kadın üyemize dışardan bir saldırı ya da bir tehdit olduğunda başımıza bir şey geldiğinde çok kolay kenetlenebildik ama sendikanın içindeki bir dizi taciz vakalarını hatırlıyorum. Bayağı ciddi ayyuka çıkan olayları hatırlıyorum. Oralarda politik aidiyetlerimiz dayanışmanın önüne geçti, gibi görünüyordu bana o zamanlar. Çok ayrıntısını bilmiyorum. İki taraftan da dinlediğim olaylar oldu ama “Erkeği politik olarak yıpratmak için böyle bir şey çıkarıldı” denildi. Kadınlar orada paramparça oldular. Birisi tacizci erkeğin tarafında oldu. 

Politik kariyeri, sendikal kariyeri yüksek erkekler olduğunda ve sendikada da sözü geçen politik gruplara dahil olduklarında, tacize, saldırıya, şiddete karşı dayanışma yaşayamadık. Üstü kapatıldı. İstifa etti ama o kadar zarar verdi ki sendikaya! Hatırlıyorum gazetelerde ifşa olma süreçlerini. Kendi aramızda çözemedik, çünkü üstü kapatılmaya çalışıldı. Üstünü kapatmaya çalışırsanız düşman çok dışarda. Mutlaka kazırlar ve senin kapatmaya çalıştığın şeyle karşı karşıya getirirler. Kötü propagandalara, yıpranmaya sebep oldu bu. 

1995’ten 2017’ye kadar benim de yirmi iki sene olmuş. Hiç vazgeçmedim. Hiç de vazgeçmeyeceğim. Her şeye rağmen. Bütün saldırıya da rağmen KESK’in içindeyim, artık inanmıyorum aslında bu mücadeleye, dediğim bir noktada bile olsam KESK’ten vazgeçmeyeceğim. KESK’in bana çok şey kattığını düşünüyorum. İnsanî gelişimim, insan ilişkilerim, sosyalleşmem, kadın mücadelesi de bunlardan bir tanesidir. İnsanî gelişmem, sosyal gelişmem, politik hayatım, dünyayı kavrayışım, ülkeyi kavrayışım, insanî  ilişkilere bakışım bu süreçte oluştu. O kadar çok şey biriktirdi ki içimde. O kadar çok deneyime sebep oldu ki. Biz çok iç içeydik. Hiç birbirimizden kopmuyorduk. Sürekli faaliyetlerimiz tartışmalarımız vardı. KESK demek tartışmaların, muhalefetin her şeyiyle var olabildiği bir yer demekti. Dışardayım şu anda, çok değerlendiremiyorum ama KESK deyince ne olursa olsun böyle.

Kadınlar vardır. KESK’li kadınlar hep olacak. Ne olursa olsun, belki bir gün yönetimde yer almıyorum falan diyorum. Öyle zamanlar olacak ki belki “Artık Pınar sen orada olmak zorundasın” dediklerinde, belki olmak zorunda hissedip yönetime gireceğim. Öyle bir gönül bağım var. Dolayısıyla kadın faaliyetinin bu anlamda çok başka bir yeri var bende. Enerji Yapı-Yol Sen’i bir yere koyuyorum bir de KESK’teki kadın faaliyetini. Diğer olumsuzluklar gölgelemiyor bunu. Enerji Yapı Yol Sen çok önemliydi benim için. Her anıyla. 

Menü POPUP