Wir können uns schon selbst wehren!
Gülay Lale
Gewerkschaft der Beschäftigten im Bildungs- und Wissenschaftssektor (Eğitim Sen)
Antakya, 1990er- bis 2010er-Jahre
2005 beschlossen wir, in Antakya ein Frauenforum zu gründen. Da es das erste Mal war, wussten wir noch nicht, wie wir das umsetzen sollten. Wir fanden es wichtig, mit Frauen in politischen Parteien und verschiedenen Fraueninstitutionen zusammenzukommen, um die Sache gemeinsam anzugehen. Wir gingen zu politischen Parteien, zur Partei der Arbeit, zur CHP (Republikanische Volkspartei), zur HADEP (Partei der Demokratie des Volkes) zum lokalen Büro des Frauenvereins KADER in Antakya und zur Anwaltskammer. Wir trafen uns mit Vertreter*innen verschiedener Institutionen. Auch Bekannte von der feministischen Organisation Amargi kamen dazu. Wir bestimmten unsere Ziele und gründeten das Frauenforum.
Um den Weltfrauenmarsch zu empfangen, wurden Menschenketten gebildet. Dass bis zu 1500 Frauen demonstrierten und eine Menschenkette bildeten, war eine der ersten Aktivitäten, die in Antakya stattfanden. Wir blockierten die Hauptstraße. Die Polizei stand uns gegenüber und hatten eine Barrikade errichtet.
Wir erlebten dabei auch lustige Dinge. Zum Beispiel wurde die Gewerkschaft informiert, dass die Polizei die Demo der Frauen angreift. Die männlichen Genossen machten sich auf den Weg. Während wir mit der Polizei stritten, die auf uns zukam, diskutierten wir auf der anderen Seite mit den männlichen Kollegen von der Gewerkschaft: „Wir können uns doch selbst wehren, warum seid ihr gekommen!“
Das Oral-History-Gespräch mit Gülay Lale wurde 2016 geführt.
Gülay Lale, Weltfrauenmarsch, 2000
Yirmi üç yıl Antakya’da öğretmenlik yaptım. İki çocuk annesiyim. 1996 yılında Eğitim Sen’e üye oldum. Sonra aktivist üye olarak çalıştım. Eşim de öğretmendi. Çalışmaya başladığımda çocuklarımın biri beşinci sınıftaydı, diğeri ilkokul bire başlıyordu. Ben sadece eş ve anne miyim? Aktiv bir mücadele içinde buldum kendimi.
Daha önce köylerde çalışmıştım. Antakya’da yaşamak, şehirde çalışmaya başlamak, sendikayı tanımak kendimle olan mücadelemi de beraberinde getirecekti. Kadın yanımla hayatın neresindeyim, sadece anne ve eş olarak mı varım? Yoksa kadın mıyım? Bir gün kafama esti, eşimi karşıma aldım. Dedim ki “Ben Gülay, artık sen olmak istemiyorum. Ben Gülay eşittir Gülay olmak istiyorum. Sendikaya üye olmak istiyorum. Aktif çalışmak istiyorum”. Böylelikle sendikaya üyeliğim başlamış oldu.
Malatyalıyım. Malatya’da siyasi hareketlere farklı anlayışla sempatimle başladı. Buradaki kadın arkadaşların çalışmaları büyük etkendir. Artı benim babam iki evliydi. Annemin üzerine evlenmişti babam. Bir kadın olarak annemin yaşadıklarını görüyordum. Çevremdeki öteki kadınları görüyordum. İsyanım benim sisteme. Ataerkil anlayışa isyanım lise yıllarında başlamıştı. Asi insandım. Asi olmamın nedeni de babamın o iki kadına yaşattıkları, o zaman ki duygumla anneme, şu andaki duygumla iki kadına yaşattıklarıyla başladı. Sisteme alternatif olmak, ataerkil sisteme alternatif olmak o zaman başlamıştı.
Sendikal faaliyetler başlamıştı ama sistemin büyük baskısı vardı. Anlayışlar arasında sıkıntı vardı. Sendika yasal değildi. O anlamda ciddi sıkıntılar yaşanıyordu. Sürgünler vardı. Sürgünlerle ilgili açlık grevleri başlamıştı sendikalarda. O dönemlerde ben üye olarak sendikaya gidip geliyordum. Benim hayatıma bir hareketlilik de getirmişti. Aktif olarak gidip geliyordum ama çocuklar küçük olduğu için onları da aksatmıyordum. Tüm gün sendikada geçecekse akşamdan onların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde evi hazırlayıp bırakıyordum. Zaten okuldan sonra çocuklar da bize katılıyordu.
Antakya küçük bir yerdi. Biz çocuklarımızla birlikte giderdik sendikaya. Onlarla birlikte otururduk nöbet tutardık. Hatta bununla ilgili dün gece bir video izledim. Nöbet eyleminde sabaha kadar oturmuşuz, aynı türküyle saatlerce halay çekmişiz. Çok mutlu oldum. Sistem yoğun bir şekilde üzerimize geliyordu o dönemde.
Sendikanın aktif bireyleri de yerli olmayanlardı, il dışından oraya atanmıştı. Dersim’den, Diyarbakır’dan, Erzincan’dan, Erzurum’dan. Benim gibi farklı illerden gelen arkadaşlar olduğu için çevrenin de yoğun bir baskısı vardı üzerimizde. “Gidin kendi illerinize, burayı karıştırmaya mı geldiniz?” diyorlardı. 2000’li yıllara gelince çok daha farklı oldu. Sendikayı sahiplenme, sendikal eylemlere katılma gibi büyük destek sundu yerli halk, ama o dönemde böyleydi.
Sendikal faaliyetler o dönemde daha çok öğretmenlerin özlük hakları, sisteme alternatif olma ya da memur olarak bir araya gelme vardı. Ama benim için önemli olan kadınları da bünyesinde toplamış olmasıydı. Kadınların da orada kendini ifade ediyor olabileceğini düşünmemdi.
Sendika binasını tuttuğumuzda inşaattan çıkmaydı. Çok iyi hatırlıyorum, Serhat hanım vardı, ben vardım, Ayşe vardı. Biz tırnaklarımızla inşaat artıklarını temizlemiştik. Kadın arkadaşlar, o zaman erkek arkadaşlardan daha canla başla çalışmışlardı. Kendilerini orada idame edebileceklerini düşündükleri için çalışma yürüttüklerini düşünüyorum. Yani kadın arkadaşlar erkeklerden daha aktif katılıyordu çalışmalara.
O dönemde sendikayı açtık. Okul ziyaretleri yapmaya başladık. Sendika bünyesinde oturup dershanelere çocuklarını gönderemeyen ailelerin çocuklarını, burada ücretsiz üniversiteye hazırlamayı konuştuk. Programları hazırladık. Sendikanın bir bölümünü dershaneye çevirdik. Dershaneye gidemeyen çocuklar eğitim aldılar. Bu eğitimlerimiz sonucu üniversiteye giren çok çocuk oldu. O anlamda arkadaşlar bu işi fedakarca yürüttüler bir yere kadar. Ama bir yerden sonra gitmedi, ne oldu bilmiyorum ama gitmedi. Oysa bir dönem çok başarılı olmuştu.
2014’e kadar oradaydım. 1998 ya da 1999 olabilir. Net hatırlamıyorum. Kongreler dönemiydi. Arkadaşlarla oturup konuşmuştuk. Eğitim Sen’de ilk kez Kadın Sekreterliği oluşturulmuştu. Antakya’dan da bir kadın sekreteri arkadaşın olması konusunda ortak bir karara vardık. Asıl o zaman bende kadın bilinci oturmaya başladı. “Ben adayım” dedim. Bunu söylerken evde eşimle çocuklarla görüşmemiştim. Ben “Kadın Sekreterliğine aday olmak istiyorum” demiştim. Arkadaşlar da uygun bulmuştu. Uzun bir süre tartıştık.
Eve geldim. Eşime süreci anlattım. Tabii öğrenciliğimde de politik geçmişim vardı. Lise dönemlerinde başlamıştı. Sempatizan olarak başladım ama birazcık ileriye doğru varmıştım. Ben sendikada Kadın Sekreterliğine aday olduğumu söyledim. Son sözüm şu oldu. Kararım nettir. Bu konudaki fikrinizi almak istiyorum. Ne diyorsunuz. Çocuklar küçük olduğu için kabul ettiler. Kızım o zaman lise birdeydi galiba. Oğlum ortaokula gidiyordu. Çocuklar çok mutlu oldu benim adıma.
Eşim çocukları gerekçe gösteriyordu. Evi ihmal edeceğimi düşünüyordu. Önüme bir seçenek koyunca ona sadece şunu söyledim: “Bu konuyu seninle tartışmayacağım. Benim söylediklerimi düşün, anlamaya çalış” dedim. Ama bu kararım bizde o zaman ciddi bir kırılma da yarattı. Yaklaşık bir aylık bir süre kırgın yaşadık birbirimizle. Sadece zaruri durumlarda konuştuk. Çocuklara yansımasın diye sofrada konuştuk. Bir gün, bir ay sonra pat diye geldi, ama o gelmeden önce eşimin okul arkadaşı, aynı zamanda benim de okul arkadaşım olan birini göndermiş. “Git Gülay’ı ikna et bu düşüncesinden vazgeçsin”. Ben de arkadaşa kibar bir şekilde, “bu bizim sorunumuz, kendisi gelsin kendisiyle konuşalım” dedim. Eşim bir hafta sonra çalıştığım okulun kapısına geldi. “Biraz konuşalım” dedi. Aldı beni bir parka götürdü. Çok iyi hatırlıyorum sonbahardı. Sonbaharı çok severim, hüzün mevsimi derler ama çok severim. Yaprakların gazel olduğu bir dönemdi. Antakya büyük parkına gittik. Yaprakların bol olduğu bir yere oturduk. Konuyu konuştuk ve eşimi Kadın Sekreteri olma konusunda ikna ettim.
İlk Kadın Sekreteriydim o dönemde Eğitim Sen’de. Büyük bir hevesle başladım. Okuldan, çocuklardan, sendikadan artan zamanda bütün düşüncem şuydu… Uyurken bile kafamda ne kadar kadını örgütleyebilirim, ne kadar kadınla görüşebilirim, ne kadar kadını sendikaya katabilirim, üye edebilirim. Hangi kadınları ziyaret etmeliyim? Hangi kadınlarla ilişki kurmalıyım? O dönemde kadınları yoğun bir şekilde sendikaya nasıl getirebiliriz?
Sendikada amacımız belli. Kadınları sendikaya toplayabilmek. Kermesler yapıyorduk. Amacımız orada pasta yerken, çay içerken kadınlarla sendikal çalışmaları, kadın örgütlenmesini, kadın bilincini, kadının birey olarak, cins olarak kendisini, yanındaki arkadaşını tanıması. Zaten kadının cins olarak kendisini tanımayıp, hemcinsini tanımadığı sürece hiçbir çalışmada aktif olamayacağının bilincindeyim. O zaman ben öyle düşünüyordum. Önce bilinç olarak kendimi ve hemcinsimi tanımalıyım.
Sinema günleri yaptık. Kadın filmleri gösterdik. Gerçekten kadınlarla ilgili çok güzel filmler izlettiğimizi hatırlıyorum. Kadınlarla ilgili şiirler, kadın hikayeleri okuma günleri yaptık. Nelerdi, bir tanesini hatırlayabilirsem… Gözlerimi de al vardı. Kan ve gül müydü?.
Kadınların hayatlarını, politik olarak kendini kanıtlamış hem kendi ülkemizde tabii, Tansu Çiller’i falan kapsamıyor.. politik bir anlayışı olan, emekten yana olan, devrimci demokrat kadınları… çok iyi hatırlıyorum: Behice Boran’ın hayatını. Daha sonraki dönemlerde yine ben Kadın Sekreteri iken Ayşenur Zarakolu’nun hayatını… dünya kadınlarının hayatını… Kadınları anlatan kitaplar tespit etmiştik. Mesela Olympe de Gouges’un kitabını arkadaşlara söylemiştim. Birçoğu okumuştu ve çok etkilenmişlerdi. Böyle böyle kadınları sendikaya üye etmeye başladım. Üye olmayan kadınlar bile gelmeye başladılar.
Antakya insanların ekonomik düzeyinin iyi olduğu bir kentti. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığının işlediği bir kentti.
2016 yılına geldiğimizde geriye dönüp baktığımda, ilk tohumlarını biz ektik. Geçen sene ben hastanede yatarken, bir kadın arkadaşım aradı. “Gülay hocam teşekkür ederim. Çok iyi emekler vermişsiniz çok iyi tohumlar ekmişsiniz. Biz 2000-3000 kadınla miting yaptık” dedi. Arkadaş beni arayınca o kadar çok duygulandım ki, gerçekten ağladım hastanede. Farklı anlayışlardan, farklı politik görüşlerdeki kadınları bir araya getirmek o dönemde çok zordu. Ama bir bunu başardık.
Kadın sekreteriyken çok yoğun örgütsel mücadele yürütüyordum. En yoğun dönemim o dönemdi. O dönemde örgütleme çalışmalarına büyük bir hız vermiştik. Antakya’nın hiç bilmediğim köylerine, ilçelerine gidiyor, günlerce örgütsel çalışmalar yürütüyordum.
Bir yandan örgütleme çalışması yaparken bir yandan da sendikada çalışmalar yapıyorduk. Örgütleme çalışmalarında her arkadaş bir noktada oluyordu. Ben Kadın Sekreteri olduğum için, daha uzun rapor almak zorundaydım. İki hafta üst üste ya da üç hafta üst üste raporlar alıyordum. Yayladağ, Altınözü, Samandağ… o dönemde benim köy köy… okul okul… Üye yapmak için bütün okulları, bütün köyleri gezdiğim dönemdir.
Öğretmen arkadaşlar açığa alınınca kendimi kötü hissettim. Ben emekli oldum. Benim üye ettiklerim şu anda açığa alınmıştır onların yanında değilim, diye. Emekli oldum kurtuldum ama o insanlar şu anda açığa alındı, diye kendimi kötü hissettim. Sistem her zaman bizim tepemizde olmuştur.
O dönemde doğum izinleriyle ilgili bir kampanya vardı. Doğum izinlerinin uzatılması, süt iznini ile ilgili. Öyle sanıyorum ki yine aynı dönemde pantolon giyme eylemi vardı. Doğum izninin uzatılması, pantolon eylemi bizim lehimize olan bir şeydi. Kadın üyelere, kadın çalışanlara, öğretmenlere gidiyorduk. Hatta biz o dönemde Eğitim Sen’in SES’teki çalışmalarına da katılıyorduk. SES’le (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası) Eğitim Sen (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası) aynı binadaydı. İki kardeş sendikanın birlikte çalışması gibi. O dönemde SES’teki arkadaşlarla da kurumları geziyordum.
Pantolon eylemi ile ilgili örgütleme çalışması yapıyorduk. Ankara’da bunlarla ilgili bir genel miting vardı. Ankara’ya kadın arkadaşları götürme için örgütleme çalışması yapıyorum. İyi bir çalışma yürüttük. Hatta bu konuda birçok kadın arkadaş soruşturma geçirdi.
Pantolon kampanyası başladığı dönemde ben ilk pantolonumu giydim. Ondan sonra da beş altı soruşturma geçirmeme rağmen asla çıkarmadım. Müfettiş bana en son şöyle söyledi: “İnat ediyorsun ısrarlısın, çıkarmayacaksın öyle mi?”. Ben de “evet” dedim, çıkarmadım. Ben çıkarmadığım için, benim okulumdaki arkadaşlar da çıkarmadı. Süt izni konusunda da öyleydi.
O dönemde yaptığımız bölük pörçük oldu ama bir kadın platformu kurmamız gerektiğini düşündük. İlk defa biz kurduk. Nasıl kurulacağını bilemiyorduk. Biz şöyle diyorduk: “Buradaki siyasi partilerle, kadın kurumlarıyla bir araya gelmeliyiz. Birlikte hareket etmeliyiz”. Kadın platformunu duymuştuk ama nasıl yapacağımızı bilmiyorduk. Birazcık kişisel ilişkiler üzerinden araştırdık, kadın kurumlarını araştırdık. Emeğin Partisi’ne gittik, CHP’ye gittik, HADEP’e gittik. Kadın derneklerine, Baroya gittik. Derken her kurumdan birer temsilciyle toplantı kararları aldık. Toplandık. Ve belli ilkeler çerçevesinde bir kadın platformu oluşturduk.
Amargi vardı çok iyi hatırlıyorum. Amargi’den kadın arkadaşlar gelmişti. İlk kadın platformunu biz kurduk ve çok güzeldi. Mesela Dünya Kadın Yürüyüşünü Selamlama Yürüyüşüne yerelden örgütledik. Zincir oluşturmuştuk. İlk kez Antakya’da binin üzerinde kadın, bin beş yüz kadın birbirimize zincirlenerek kadın zinciri oluşturduk, kadın yürüyüşü yaptık. Polisle karşı karşıya gelmedik mi? Geldik. Ana caddeyi kapattık. Kadın polisler barikat oluşturmuşlardı. Polisler bizim üzerimize yürüyünce çok komik şeyler de oldu. Sendikaya haber gitmiş. Polis, kadın arkadaşlara müdahale ediyor. Erkek arkadaşların hepsi gelmiş. Biz bir yandan polisle tartışırken, kavga ederken, bir yandan “Siz niye geldiniz, biz kendimizi savunuruz” gibi komik şeyler de yaşadık. Bunlar işin güzel yanıydı, mücadele yanıydı ama asıl sıkıntıyı ben ve birkaç kadın arkadaş sendika içinde erkek arkadaşlara karşı yaşadık. Asıl önemli, benim içimi acıtan konu orası.
İşyerinde çok soruşturma geçirdim. Yaklaşık haftada en az bir kere adliyeye gidiyorduk. Cezai soruşturma da geçirdik. İşyerinde zaten mimlenmiştim. Antakya küçük bir yer olduğu için herkes beni tanıyordu. Cezaî soruşturmaları, daha çok 8 Mart, Anneler Günü kutlamaları nedeniyle geçiriyordum. Hiç unutmuyorum. Benim yakın köyümden Malatyalı demokrat bir hakim, benim yaptığım basın açıklamasından ötürü yargılama sürecinde bana “Sen yer altındaki cenneti değil yeryüzündeki cenneti istiyorum demişsin” dedi. “Evet söyledim” dedim. “Doğru söylemişsin” dedi. “Doğru söylediysem benim burada ne işim var o zaman” dedim, “Beraat verin gideyim, öğrencilerim bekliyor” dedim. Basın açıklamalarından ötürü bu tür soruşturmalar çok geçirdik. Ama basın açıklamalarının ilkini yaparken tir tir titrediğimi biliyorum. Sırtımdan buz gibi terlerin aktığını hatırlıyorum. Polisin nasıl bir tepki vereceğini bilmiyorduk. Erkek arkadaşlar, halk çevrede toplanmıştı. Çok heyecan verici bir durumdu. Bu aklımda kalan bir anı. Sendikadan ötürü çok soruşturma geçirdim.
İşyerinde sendikalı olsun olmasın, bütün kadın arkadaşların haklarını hep savundum. Hep yanlarında oldum. Hep idareyle karşı karşıya geldim. İdareye şunu her zaman açık söyledim: “Sarı zarfı her zaman verebilirsiniz. Sarı zarfa her zaman açığım.” Sarı zarf soruşturma demekti. İki gün sonra müfettişler geliyordu zaten. Ben iradeli biriyim. Hiç pes etmedim. Mesela işyerinde müdürümüz vardı. Yayladağlıydı. Kadın arkadaşın bileğinden çekmiş, “kırarım senin bileğini” demişti. Lavaboya gittim kadın arkadaş ağlıyor. Ne oldu diye sorum. “Müdür bey bana böyle böyle” dedi. Ben olaya müdahale ettim.
Ama zaten sendikaya katılmadaki temel amacım kadın mücadelesine atılmaktı. Çünkü annemin yaşadıklarını, çevremdeki kadınların yaşadıklarını, babamın getirdiği ikinci eşin yaşadıklarını biliyordum. Kadın bilinci. Kadın bilinci edindikçe de politik bir tarafa doğru daha böyle bir gelişiyorsun. Yanındaki çevredeki kadınları geliştiriyorsun. Şu anda kendime şunu diyorum. Hiç kimseyi yetiştiremediysem bile kadın konusunda hem oğlumu hem kızımı çok iyi yetiştirdim. Yani kadın bilinci kazandırdım. Hiç kimseye bir şey yapmadıysam bile, ki yaptığıma inanıyorum, iki tane birey yetiştirdim.
Pınar Selek’ten etkilendim. O dönemde daha yeni aklıma geliyor, yoğun paneller yaptık, forumlar yaptık. Ankara’dan İstanbul’dan isim yapmış kadın arkadaşlar getirdik kadın konusunda. Araştırdık, kadın arkadaşlar getirdik. Hiç unutmuyorum. Ayşegül Kaya diye bir arkadaş getirmiştik, avukattı. Paneller yaptık. Sendikada kadınları bir arada tutacak paneller, forumlar, 25 Kasım, 8 Mart, Anneler Günü. Sadece belirli günlerle de sınırlamadık. Bunları yoğun yapmaya çalıştık. Bilinen simaları getirmeye çalıştık. Çok da iyi oldu. Pınar Selek o zaman bilinen bir simaydı. Amargi de kurulmuştu. İnsanlar sadece Pınar Selek’in sohbetine tanık olmak için de geliyorlardı. Bu bizim için iyi bir şeydi.
Daha çok kadın örgütlüyorduk. Çünkü daha önce sadece kadın olarak benim gittiğim köylere örgütleme çalışmalarına, zaman zaman öteki okullardan kadın arkadaşlardan da talep geldi. “Evet, ben rapor aldım, örgütleme çalışmasına gelebilirim.”, “Evet, ben rapor aldım sendikada gelen arkadaşlara iki gün örgütleme çalışması yapabilirim.”, “ Arkadaşlarla temas geliştirebilirim” diye talepler geldi. Bunlar güzel şeylerdi. Sen sadece kadın örgütlemiyorsun, kadın bilinci kazandırıyorsun. Ortak mücadele etme anlayışı kazandırıyorsun ama hepimizin ortak sorunu şuydu: Sendikalar içerisinde en çok da erkek arkadaşlarımıza karşı mücadele ettik.
Erkekler her zaman kadını kendisine tehdit olarak görür. Bu sadece sendikalarda böyle değil ki. Bu siyasi partilerde böyle, toplumsal yaşamda böyle Bu her zaman böyledir. Sadece nezaketen otobüslerde, minibüslerde kalkar yer verirler. Bu da nezaketen değil, kadını güçsüz görmelerinden kaynaklanır.
Ben ortak kadın sözü ürettiğimizi düşünüyorum. Çok zaman geçti benim hafızam da gitti. Yaşadığım özel sıkıntılarımdan ötürü. Sendikal bir dergimiz çıkıyordu. Kadın arkadaşlar oraya yazılar gönderiyorlardı. Bizden de yazılar gitti. Yayınlara katkı sunduk. Sendikada kadınların varlığı kabul edilmeye başlandı. Kota geldi. Kadınların başarısıdır. Bu büyük bir başarı. İnkar edilemez bir başarı. Kotanın gelmesiyle birlikte erkek arkadaşlar kadınların varlığını kabul etmek zorunda kaldılar. Yavaş yavaş, içlerine sinmese de içleri acısa da geri adım atmak zorunda kaldılar. Kadınlar sendikada daha aktif hale geldiler sözlerini ürettikleri için. Kadın Sekreterlikleri bunun en açık örneği.
KESK deyince Sevil Erol geliyor aklıma. Sevil Erol’u ortak bir arkadaşımız aracılığıyla tanıyorum yine. Yüz yüze de birkaç kez görüştük. Hem sisteme, hem kendi arkadaşlarına karşı verdiği mücadele büyük bir örnektir.
KESK, kadınlar için süt izni, doğum izni, pantolon giyme özgürlüğü gibi kazanımlara damgasını vurdu. En önemlisi de kadın arkadaşlar kendilerini ifade edebilme gücünü kazandılar. “Biz varız” dediler. Ve bu hayatın öbür alanlarına yansıdı. Sendikayla başladı, aileye yansıdı. Aileyle birlikte hayatın öteki alanlarına yansıdı. Kadınlar onunla birlikte “Biz de varız”ı daha yaygın hale getirdiler. Ve söz sahibi olmaya başladılar.
Biz o dönemde kadın platformu olarak çocuklarla, kadınlarla bir eylem yapmıştık. KESK’ten ötürü sürülen, sürgün edilen, cezaevine konulan kadın arkadaşlar vardı. Biz Köprübaşı’nda onlarla ilgili, o kadın arkadaşların, sürülen, cezaevine atılan arkadaşların isimlerini büyük kağıtlara yazıp çocuklarla birlikte öyle bir eylem yapmıştık. Hatta ben onu hiç unutmuyorum. Polisin biri “Hoca sizin yaptığınız en renkli en güzel eylemdi, kavga yoktu, dövüş yoktu, didişme yoktu. Kadınlar tef çaldı, gitar çaldı. Kadın arkadaşlarınızı andınız” demişti. PTT önünde kadın arkadaşlara Eğitim Sen’li kadın arkadaşlara yazdığımız mektuplar yaptığımız açıklamalar… Çok şey yaşadık.
Şu anda sendika yönetimlerinde erkek arkadaşlar kadar kadınlar da söz sahibi oldular. Yani Türkiye’deki sendikal çalışmalardaki kadınları temsil edecek söz hakkına sahipler. Bu büyük bir kazanım.
KESK, dünyadaki öteki bağımsız kadınların, feminist kadınların çalışmalarına da büyük destek vermiştir. Bizim erkek arkadaşlarımız bir nebze de olsa bir kadın mücadelesinden etkilendiler. Biz Antakya’da ne kazandıysak, kendi tırnaklarımızla kazandık.