Aufsicht in einer Tennishalle
Emine Uyarer
Gewerkschaft der Beschäftigten in den Kommunalverwaltungen (Tüm Bel-Sen)
Samsun, ab den 1990er-Jahren
Ich bin Bautechnikerin. Als ich am 3. Januar (2005) zur Arbeit kam, wurde uns gesagt, dass 144 Personen gefeuert worden waren. Ich und vier Gewerkschaftsmitglieder waren ebenfalls gekündigt. Wir waren geschockt. Wir kamen zur Arbeit und waren gekündigt.
Gemeinsam mit anderen Gewerkschaften organisierten wir acht Monate lang Aktionen. Wir stürmten die Festtagsempfänge von Abgeordneten. Wir stürmten die Büros von Ministerien. Wir nutzten jede Gelegenheit, um unsere Anliegen zu Wort zu bringen. Wir waren bei einem Fußballspiel in Samsun und zeigten dort Banner.
Wir gewannen den Prozess und konnten an unsere Arbeitsplätze zurückkehren. Wir wurden direkt auf eine Baustelle versetzt. Wir legten keinen Einspruch ein. Ich war die einzige Frau auf dem Bau, unter 45 Männern. Auch im Servicebus war ich die einzige Frau. Von dort wurde ich dann wieder versetzt. Ich sollte für acht Monate in einer Tennishalle als Aufsicht arbeiten. Von 8 Uhr morgens bis 10 Uhr abends.
Das Oral-History-Gespräch mit Emine Uyarer wurde 2017 geführt.
Emine Uyarer (vorne in der Mitte), 1. Mai 2022
1969 Amasya doğumluyum. 1984’te Ailemle birlikte Samsun’a gittik. İlk ve ortaokul süreçlerim burda geçti. Üniversiteyi Kastamonu’da okudum. İnşaat teknikeriyim. 1995 yılında Gazi Belediyesinde işe başladım. Belediyeciliğin ne demek olduğunu bilmiyoruz, devlet dairesi, devlet memurluğu gibi düşünüyorsun ama işin içine girince öyle olmadığını gördüm. Taşeron işçi olarak başladım işe. Mücadelem de o zaman başladı.
Taşeron işçi olarak çalışmaya başladım. Hem şirket üzerinden hem de kadrolu yönetim üzerinden taşeron işçi olduğumuz için, sendikal haklarımızın olmadığı noktasında bize bir sürü baskılar yapıldı. İş yükünün bize yüklenmesini bizim üzerimizden işlerin hafifletilmesini karşı arkadaşlarla ortaklaşarak sendikal alanda mücadele etmeye karar verdik. Ancak üzerimizde yoğun baskı sürüyordu.
Yılmadık. Sendikalı olamıyorsak bir dernek oluşturalım, dernek adı altında birbirimize faydalı olalım dedik. Kalabalıktık. İki yüz, üç yüze yakın taşeron işçi. Aldığımız ücret çok komik bir rakamdı, yetmiyordu. Çalışmalarımıza bir şekilde hız verdik, yılmadık. Baskılar yıldırmadı bizi. Arkadaşlarımız da dirayetli idi.
Dernek oluşturmak için ciddi toplantılar yaptık, başkandan görüşme talep ettik. Bir türlü bize zaman ayıramıyor. Bu arada biz bir şekilde sendikaya adım attık. Ama adım atarken, ilkler her zaman bedel öderler ya. Arkadaşlarımız bedel ödedi.
Yetkili sendika Belediye İş’ti. Belediye İş sendikasında örgütlenelim dedik. Arkadaşlarımız işten atılınca biz durulduk. Sakinleşelim dedik. Çalışmalar hız kazandıkça başkan, Belediyenin Gazi sahnesinde bizimle toplantı yaptı.
Hepimizin aklında deli sorular. Başkanı ikna edeceğiz diye iyi niyetle gittik toplantıya. Yüzde yüz bir katılım vardı ama başkan ilk konuşmayı kendisi yaptığı için, bizim bütün sorularımız yerle yeksan oldu. Bir tek soru soramadan oradan çıktık. Adam o kadar net konuştu ki. Net bir tavrı da vardı. “Masamda sizin yerinizi dolduracak bir sürü dilekçe var” dedi.
Kimse soracağı soruyu soramadı. Böyle hüsran bir şekilde biz o toplantıdan ayrıldık. Ama yine durmadık, bir şeyler yapmanın derdine düştük. Bu arada taşeron işçi sayısı da arttı. Belediyeciliğin ne olduğunu o zaman öğrendim. Taşeron işçiler çıkacak, yerine başkaları gelecek. Kaos yaşanmaya başlamıştı. Herkes “Liste oluşturulmuş mu oluşturulmamış mı” diye birbirine soruyor. Bunları yaşıyoruz, bir taraftan da çalışıyoruz. Başkan iyi niyetli bir insandı. Bizi beş senenin sonunda sendikalı yaptı. Çalışmalarımız sonuç aldı, diye düşündük ama başkan gitti, toplu sözleşme imzalayamadık. Bundan sonraki diğer başkana kaldı.
AKP dönemi belediyede başladı. Biz yine sendikaya soyunduk ciddi anlamda. Sendika yönetimlerinde yer aldık. Belediye yönetiminden, sendikadan çekilmemiz için ciddi baskılar oldu. “Siz bu seçime girmeyeceksiniz” dayatmasıyla karşı karşıyaydık. Belki de kazandığım en güzel seçimdi. Fakat sendika da belediye başkanı ile birlikte hareket ediyordu. Sendikanın çok sağlıklı işlediğini düşünmemeye başladım. Kendi çıkarları noktasında hareket ettiler. Nasıl düşündüler, orası karanlık. Çünkü sendika başkanı ekibi ile belediye başkanı ve ekibi bizlere karşı çalıştılar.
Taşeron işçi sınıfındaki arkadaşlar olarak, çalışmamızı kendi gücümüzle yaptık ve sendikalı olduk. Tüm baskılara rağmen işyerlerinde ciddi çalışmalar yürütmeye devam ettik. Sabah saat 6’da içtimalara gittik, arkadaşlarla konuştuk, düşüncelerimizi anlattık. Sağ olsunlar, seçim zamanı yüzde yüz katılımla bizi açık ara seçtiler. İdarenin ve sendikanın baskılarına rağmen biz o seçimi kazandık ve çok mutlu olduk.
O günlere geri döndüm birden. Onlar gerçekten güzel günlermiş. Mücadelenin hakkını verdiğimiz, korkusuz mücadele yaptığımız günlermiş. Bugüne bakınca “güzel günlermiş” diyoruz. Seçim yaptık kazandık. İşbölümleri yapıldı. Sendika ile işçiler arasındaki iletişimi sağladık. Güzel bir bir yıl geçirdik. Toplu Sözleşmeyi imzaladık. Ama sendikayla ve yönetimle kavgalarımız devam etti. Bir sene o şekilde geçti.
Yirmi iki yıl boyunca Belediyenin her kademesinde çalıştım. Taşeron işçi, belediye işçisi, sözleşmeli. En sonunda kadroyu aldık. Bir sabah işe geldiğimizde yüz kırk dört kişinin işten atıldığını öğrendik. Ben ve dört temsilci arkadaşım atıldı. O dönemde ciddi krizler yaşandı. Yüz kırk dört kişi atılmadan önce de peyderpey haksız işten çıkarmalar yapıldı. Yüz kırk dört çok büyük bir rakamdı. Biz diğer sendikal hareketlerin destekleriyle kesiz ay boyunca Samsun’da güzel bir eylem koyduk. Eylemlerimiz bir yıl sürdü.
2005 Ocak’ın ikisi yılbaşının hemen ertesi günü işe geldiğimizde, girişe yüz kırk dört ismin asılı olduğunu gördük. Bunlardan biri de bendim. Ama işten atılmalardan önce de belediye ile sendika arasında görüşmeler geçiyor. Bu görüşmeler doğrultusunda alınan kararlardan biri üçer aylık ücretsiz izindi. Üçer ay periyotlarla herkes izne ayrılacak. O gelecek, o gidecek. Biz buna itiraz ettik. Böyle bir şey olmaz. İşe dönmeme olasılığın çok yüksek. Arkadaşlarla bir fikir tartışmasına girdik, hiçbir şartta kabul etmiyoruz dedik. Ne işe dönme garantimiz var, ne de hak arama garantimiz. Yönetim ikna olmadı. Sendikayla da kavga ediyoruz. Mahkeme hakkımız da elimizden gidiyor. Sendika kabul etmemiz noktasında baskı yapıyor bize. Nihayetinde anlaşamadık idareyle.
Ve bir sabah yüz kırk dört kişinin işten atıldığı haberiyle karşılaştık. Şok olduk. Düşünebiliyormusunuz, bir sabah işe geliyorsunuz ve işiniz elinizden alınmış. Güç onlardaydı. Bu süreçte önce arkadaşlarla neler yapabileceğimiz konusunda bir toplantı yaptık. Yola çıkarken dedik ki “Bir kişiyi bile geri döndürebilirsek, bu bizim kazanımımızdır.”
Mahkemeye verdik. İşçi mahkemesinden de şöyle bir karar çıkıyor: İşe dönüş veya tazminatın verilmesi. İdareci birinden birini uygulama hakkına sahip. Benim paramı verip işe almayabilir ya da göreve başlatabilir. Mahkemeyi kazandık. Sesiz ay boyunca sürekli eylemler koyduk. Milletvekillerinin geldiği bayramlaşmayı bastık. Başkanlık makamlarını bastık. Derdimizi anlatacağımız her ortamı kullandık. Samsun maçına gidip pankart açtık. O derece eylemler koyduk. Mahkemeyi biz kazandık.
Tabi başkan işe almadı. Belediye ve sendika işbirliği ile iki kişinin işe dönmesine karar verildi. Onlardan biri bendim. İkimiz de sendika temsilcisi olduğumuz için. Sendika kendi adını kurtarmak için bizi işe aldırdı. Diğer üyelerinin, işten çıkarılmayanların güvenini sarsmamak adına. Biz işe girdiğimizde, mahkeme kararıyla işe geri iade ve tazminatların ödenmesi kararını aldık elimize.
Velhasıl işe başladık. Başkan bizi şantiyede görevlendirdi. Biz itiraz etmedik. Tamam dedik şantiyeye gider başlarız. Şantiyede 45 erkeğin arasında tek kadın olarak çalışan benim. Her sabah işe gidiyorum. Serviste de beraberiz. Ulaşım sıkıntısı var çünkü. Sonra beni orada tutmanın sağlıklı olmadığı kararına vardılar nasıl olduysa. Orada da çok yardımcı olan arkadaşlarımız oldu. Tabi yine mücadeleci görenekten gelen CHP’nin eski neferleri diyeyim. Aynı görüşteki insanların yardımıyla orada bir zorluk çekmedim. Sonra beni oradan aldılar. Tenis salonumuz vardı bizim. Oraya kesiz ay bekçi olarak görevlendirdiler. 8 ay bekçilik yaptım. Sabah sekiz, akşam on.
Daha sonra belediyede, hükümetin aldığı bir kararla Sözleşmeli Personel Yasası düzenlemesi yapıldı. Bizi sözleşmeli yaptılar. Bu süreçte sekiz kişi sözleşmeli olduk. Tüm Bel Sen’e kayıt yaptırayım diye giden bir bendim. Diğerlerinde bir korku biraz: “Bekleyelim, nedir, ne değildir!”, “Bizi sözleşmeden atarlar!” falan. “Atarlarsa atsınlar biz mücadelemizi verelim!” dedim. Arkadaşlar o noktada zorlandılar.
Belediyedeki Tüm Bel-Sen’li arkadaşların mücadele ve eylemlerine destek verirken, kendimi bir şekilde mücadelenin içinde buldum. Onlar sayesinde sendikayla tanıştım. Yine Tüm Bel Sen’in başkanıyla çok eski tanışmışlığımızın olmasından kaynaklı. Sözleşmeli olduğum gibi de hemen Tüm Bel Sen’in yönetimine adaylığımı sundum ve yönetime girdim.
Tüm Bel-Sen’e kaydımı yaptırınca o zaman sendikalarda kriz başlamıştı. Benim girdiğim dönemle birlikte sendikanın insanları yönetime sokma sıkıntısı yaşanırken, ben sözleşmeli olarak belki de Türkiye tarihinde ilk sözleşmeli yönetici olarak Tüm Bel Sen’de yer aldım. Kanımıza girmiş sendika bir kere artık. Mücadele etmeden olmuyor.
İşte sendikal mücadele sürecine böyle başladım. Kadın hareketleriydi, sendikal hareketler derken KESK’in içinde mücadeleye başladık. Arkadaşları ikna ederek, üye yapma çalışmalarına başladık. Bu şekilde KESK’in içinde sürecimizi devam ettiriyoruz. Emekli olana kadar böyle gidecek gibi gözüküyor. Kadın Sekreterliğinde görevlendirildik. Yapabildiğimce arkadaşların destekleriyle bunu yürütmeye çalışıyoruz.
Belediye içinde görev değişikliği oldu. Yaptığım görev aynıydı ama konum farklıydı. Sonunda “kadrolu olduk, güvence altına alındık” dedik, sevindik. Ancak gittikçe kötüye gidiyoruz. Her beş yılda başkan değişiminin sıkıntısını yaşadık. Bütün sistem, yönetim kadroları değişiyor. Sen ne yapman gerektiğini bilemiyorsun. Bekliyorsun, sana ne yapacaklar diye. Nerden alacak, nereye verecek, ne olacak derken, biz her beş yılda bir deprem yaşıyoruz. Sonra duruluyoruz. Sonra bir yönetim değişikliği daha.
MHP döneminde memurlarla çok fazla oynamadılar. Bizi açığa aldılar, iş vermediler, çalışmadık açıkçası. Onların istediği gibi hareket etmiyorduk. Sendika değiştirmemiz noktasına gelindi. Çünkü belediyelerde zemin çok kaygan. Her beş yılda bir yönetim değiştikçe farklı sendikalara geçişler başlıyor. Sabit duran çok nadir insan var. Bu da insanların korkusu mu diyelim, kaypaklığı mı diyelim. Biz yine AKP döneminde çalışıyoruz. Maalesef hiç değişmeyen on bir kişiyiz, İlkadım Belediyesinde. Çıktık yeni bir seçim, yeni bir stres, yeni bir heyecan. Yeniden bir AKP’li belediye ama farklı bir başkanla. İlk icraatı tüm teknik kadroyu, 80 kişilik bir kadroyu, zabıtaya sürmek oldu. Bunların içinde ben de varım.
Biz teknik birimlerin haricinde başka bir yerde çalıştırılamayız. O yüzden sürgün anlamı taşıyor. Arkadaşları ulaşımın, ısınmanın, tuvaletin olmadığı bir yerde, Derebahçe gibi bir mevkide bir şantiyeye gönderdiler. Onları da yıkım şefliği, gezi ekibi olarak gönderdiler. Onlarda kadın yoktu. Mahkemeye verdiler. Altı ay sürdü. Altı ay sonra da hepsi tekrar teknik birimlere geri gönderildiler. Bu noktada çözüm olmuyor mahkemeye vermek. Sen 6 ay boyunca o görevlendirmeyi yapmış oluyorsun.
Kadınlar da her alanda çalışmaya başladılar. Mühendislik, mimarlık, teknikerlik. Bize düşen görev neyse yerine getirdik. Ama kadın olarak çalışmanın zorluklarını tabii ki yaşadık. Bakış açıları çok farklı insanların çünkü. Tanımadığınız insanlarla inşaat kontrollerine gidiyorsunuz. Çeşit çeşit arabalara biniyorsunuz. Sizi tanımayanların bakışlarına maruz kalıyorsunuz. Sözlü olmasa da, taciz yiyorsunuz aslında. Bunu da zaman içinde aşıyorsunuz. İlk gittiğimizde ustaların bakışları bile farklıydı. Ustalar da alıştı. İnsanları zamanla alıştırabiliyorsunuz, yaklaşımla, iyi niyetle konuşarak. Oraları da başka bir mücadele alanı. Sözlü olarak savaşmıyorsunuz belki ama insani ilişkilerle, iyi niyet çerçevesinde çözebiliyorsunuz.
Ben erkek ağırlığının olduğu bir yerde sıkıntı yaşamadım. Belki de benim daha rahat olmanın da insanları rahatsız ettiği süreci yaşadık. Sen nasıl yapabiliyorsun. Ama artık görüşler de değişti derken, yeniden farklı bir görüş alanına girdik. Bunu da anlamakta zorlanıyorsunuz. Ciddi bir kadın alımı var birimlerde. Ancak kadını yok sayan bir anlayış sürüyor.
Kadroluların çok çalışmadığı, taşeronlara yüklenilen bir iş ve insanlar bunun farkında değiller. Kadro verileceğine dair bir söylenti başlamıştı. Herkes o kadar sessiz sakin ki, “belediyede bize kadro verilecek, diyerek her şeye boyun eğiyorlar. Onlar da İŞKUR’un gönderdiği ayrı bir iş kolundan geliyorlar. Sekiz ay çalışıp gidiyorlar. Adamını bulan kalabiliyor, bulamayan gidiyor.
Artık kadro da açılmıyor. Söylentiler dolaşıyor ama gerçekte yapılan hiçbir şey yok. Taşeron işçi çalıştırmak işlerine geliyor. Çünkü ciddi anlamda bir sömürü var. Hem iş anlamında hem maddi anlamda sömürü var. Duygular çok güzel sömürülüyor ve maalesef biz de söylenenlere inanıyoruz. Bir kadro gelecek diye bekliyoruz.
Bakan açıkladı “gündemimizde öyle bir çalışma yok” dedi. Buna rağmen “belki”. Bu çok kötü bir şey. Bu umut çok kötü bir şey. Bu umut da nasıl bir şeyse bir türlü ölmüyor. İnsanlarda o umut var ama farklı anlamda var. Mücadele anlamında yok. Mücadele etsek, belki bir şeyler elde edilebilir ama korku var. Kimse sesini çıkarmıyor. Çıkaranlar da oraya buraya sürülüyor.
Son sürgünümde bir müdürlük oluşturdular. O müdürlükte teknik birim noktasında bir yıl tüm kurallara uyarak çalıştık. Saygımızı koruyarak çalıştık. Son yapılan referandumda sosyal paylaşım üzerinden takibe alınmışım. Takibe alındığımın farkındayım aslında. Ben hiç susmadım. Referandum çalışmamı da yaptım. Dışardan, KESK referandum çalışmasında sahada yoktu söylemleri ile karşılaştım. Ama devlet memuru olmak, dışardan bir siyasi örgütün içinde olmaktan çok farklı. Biraz da geleceğimizi de düşünmek zorundayız. Buna rağmen belediye içinde güzel bir çalışma yaptığımı düşünüyorum. Ve bunu kadın olarak. “Kadın olarak” kısmının altını çiziyorum çünkü sadece ben konuşuyorum belediyede. Sessiz sakin kendilerince bir şeyler yapan kadınlar var. Onlarda da “dokunmayan bin yaşasın” mantığı var.
Ben referandum boyunca her sabah “hayırlı günlerle” başladım güne. Anlatabildiğimce, insanlara bunu anlatmaya çalıştım. Ve bu da dikkat çekmiş. Referandumdan sonrasında Aziz Nesin diye bir paylaşım yaptım; bir de “Bacak bacak üstüne atmıyoruz oy atıyoruz!” diye seçime katılım çağrısı yaptım. Bunun üzerine Fen işlerine sürüldüm. Fen işlerine sürülmek kötü bir şey değil. Ama bunun altında bir art niyet var. Bu kadar masumane değil. Daha sonra çıktı bunun kokusu. Şantiyeye, 45-50 kişilik bir sanayi bölgesine gönderilmem isteniyor. Fen işleri müdürü iyi niyetiyle benim oraya gönderilmemin etik olmadığını ve bunun için de idarenin karşısında durabileceği kadar duracağı söyleminde bulundu. Ben de onu zor durumda bırakmayacak şekilde konuştum: “Ben giderim sıkıntı değil”. Şimdi orada çalışmaya başladım. Beni rahat bırakacaklar mı onu da şu anda bilmiyorum. O da muallak.
8 Mart’tı. İlk 8 Mart eylemim çok güzeldi. İlk kadın hareketi dönem sözcülüğünün Tüm Bel Sen’de olması, sözcü ve konuşmacının ben olmamdan dolayı ciddi bir sorumluluk hissetmiş ve çok heyecanlanmıştım. Arkadaşların, gelmeyeceklerini biliyorum. Ama onları bana destek olmak amaçlı örgütleyerek, orada görebilmek benim için çok anlamlıydı. Bir yandan korkuyorlar ama öte yandan destek vermek istediklerini görüyorsun. O farklıydı benim için ilk olmasından kaynaklı. Ondan sonraki süreçte zaten Tüm Bel Sen’in gerçekleştirdiği bütün eylemlerde yalnızdım. Bir kadın arkadaşımız daha var belediyede. O da müsait olduğu sürece katılımda bulundu. O da yönetimde Gül Hanım. Aynı zamanda jeoloji mühendisleri odasının başkanlığını yapıyor. Genel anlamda ben yalnızdım. İnsanlar korkuyorlar örgütleyemiyorsunuz. Hep uzak durdular. Bundan sonraki süreçte de yolumu yalnız yürüyeceğim. Bu da beni korkutmuyor. Ama yalnız olmak kötü.
Tüm sendikalarda, kadın üyeleri sürece dahil etme noktasında ciddi atılımlar var aslında. Yönetimlerdeki kadınların bu yönlü yoğun çabaları var. Ancak yönetimlerde engellemelerle karşılaşıyorlar. Ben kendi sendikamda kadın çalışmalarında bir sorun yaşamadım. Hatta kadınları sürece dahil etmede, ciddi destek gördüm. Belediye İş’te görevli iken de aynı şey söz konusuydu ama erkeklerin kabullenemediği bir şey var: Kadınların etkin olduğunu kabul edemiyorlar. KESK’te bu cesareti gösteren kadınlar her zaman yer aldılar. Ben buna inanıyorum.
Son kongremizde Eştemsiliyet Önergesi sunuldu. Önergeyi ben çok anlamsız buldum. Niye, kadın talep ettiği müddetçe istediği yerde oluyor zaten. Buna erkek arkadaşlar da destek veriyor. Ben kendi sendikam için bunu söylüyorum. Sen yeter ki, talep et. Ve bunun önü açık diye görüyorum. Bu noktada sıkıntı yaşayan sendikalar var mıdır, çok şahit olmadım. kendi gözlemlerimdi. Ben hep destek gördüm. Sendikada da destek gördüm, yardım da gördüm. Yapmam gereken noktalarda yönlendirmeler, eksik olduğum yerlerde tamamladılar da beni. Bu anlamda ben kendi sendikamda Samsun için söylüyorum bunu, hiçbir sıkıntı yaşamadım.
KESK’li kadınların söz üretme süreci var. Bunu yine kadınlar sağladı. Kadın talepleri üzerinde kadınların “Biz sesimizi duyurmak istiyoruz” sesleri. Bu sesleri yükselttikleri için bu noktadalar. Erkekler de KESK’li kadınlar sayesinde bunu kabullenmişler. Bugün KESK’li kadınların sesi gerçekten çok gür çıkıyor. Kadın kurultayları etkili, faydalı oluyor. Daha bir güçlenerek geliyorsun Kurultaylardan. Daha donanımlı geliyorsun. Farklı görüşten, güzel düşünen, müthiş fikirler öne süren kadınlarımız var bizim. Bu kadınları değerlendirmek gerekiyor. Değerlendiriliyor diye düşünüyorum. Belki kişisel hırslar noktasında üst mevkilerde bir şeyler yaşanıyordur, ben şahit olmadım ama kadınlar isteseler, her yerdeler.
KESK’li kadınların gücünün arkasına sığınan kadınlar var. Ben bunu kendi işkolumda gördüm. Şunu net söyleyebilirim, böyle düşündüklerini de biliyorum. Emine konuşuyorsa bu iş bitmiştir. Emine konuşuyorsa boşa konuşmaz. Ben konuşuyorsam, sendikamdan aldığım güçle, sendikamdan aldığım donanımla konuşuyorum. Bugün devlet kurumlarında kazanılmış bütün haklar bence KESK’li kadınların ve KESK’lilerin mücadelesi sonucu kazanılmış haklardır. Ankara’da çok bedeller ödendi bunlar için ve birçok kazanımlar elde edildi.
657’yi (657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu) beğenmezken 657’ye muhtaç duruma düştük. Ama kadınların doğum izinleri, pantolon serbestliği ki çok önemli bir serbestlik ve büyük bir kazanım. Benim işkolum için çok önemli. KESK’li kadınlar mücadeleden vaz geçmiyorlar. Tek başına kalsalar bile. Bunun mücadelesini veriyor ve de kazanıyorlar. Karşındakini çok rahat ikna edebilme yeteneğine sahipler. O noktada KESK’li kadınların mücadelesini diğer kadınlar da destekliyor. Eş baskısı, çocuklar, ev sorumlulukları, işyerinde “Aman bana dokunmasınlar, birileri bir şey yapsın ama yapan ben olmayayım” yaklaşımı var. Eziyeti, KESK’li kadınlar çekiyor, yapan ben olmayayım, diyen kadınlar da sefasını sürüyor.
Ben bugün çocuklarımı, ailemi bir şekilde öteliyorsam, onların geleceği için erteliyorum. Bugün çok zor bir süreçten geçiyoruz. Düşündüğümüz tek şey, çocuklarımızın geleceği.
4+4+4 Eyleminde Ankara’da yaşanan o korkunç olay, Gezi’de yaşanan eylemler var. Dayanışma içinde, sokaklarda omuz omuza mücadele. Kadınların yolları kapatıp omuz omuza yürümeleri vardı. Güç, onur, mücadele. Bütün var olduğumuz alanlar üzerinden tarif ediyorum. Bulunduğum il üzerinden söylüyorum. Farklıyız. Mücadeleciyiz ve yılmıyoruz. Ve bu da yeterli bence. Haklı olduğunu bildiğin sürece. Haksız hiçbir talebimiz olmadı. Yandaş hiçbir kararımız olmadı. Bu mücadelelerde hep omuz omuzaydık. Aykırı sesler çıkmadı. “Birlikteliğimizden kaynaklanıyor gücümüz“ dedikleri bu olsa gerek. Evet, güçlü hissediyorum ve haklı hissediyorum kendimi.