Ayşe Savaşçı

Women, Law on Unions, Men 

Ayşe Savaşçı

Education and Science Workers’ Union – Eğitim Sen, Siirt, early 1990’s; İzmir, mid-1990’s onwards 

When examining the history of the union and the history of women’s struggle in the union, I think it is necessary to distinguish between the situation before and after the Law No. 4688 on Public Servants’ Unions was passed.

Before the law union work was actually carried out with a more revolutionary spirit and more excitement. Before 2001, that is, before the law was enacted, while the actions, activities and participation of women were more intense, we see that especially women’s participation decreased after the law was passed. This is what I realized in my thesis on “Gender Discrimination in Trade Unions, The Case of Eğitim-Sen”.

I found that with the enactment of the law, many things were being done according to the rules, meeting hours, more planned and scheduled work, the legalisation of taking part in the union administration and the increase in demand for union management. Precisely because of such formalities, women were less involved in union activities. Because after the enactment of the law, it became more attractive to take part in union management. Taking part in union leadership before the law was enacted could mean risking detention, perhaps even arrest. The central office of Eğitim-Sen and almost all branches of Eğitim-Sen that were opened before the law was enacted were sealed by the governorships, and investigations were launched against the administrations. The branches closed were always re-opened after the objections made, but this required struggle and risking something.

It is possible that after the law was passed men wanted to be more involved in the administration because being in the administration was less risky and thus women may have got into the background. 

To watch Ayşe Savaşçı’s video on “Speech at Eğitim Sen First Women’s Congress, Ankara 2004” (in Turkish) click below.

To read Ayşe Savaşçı’s thesis, titled, “Gender Discrimination in the Unions, The Case of Eğitim-Sen” (in Turkish) click here.

Elli yaşındayım. Fizik öğretmeniyim. 1990 yılının Şubat ayında Siirt’te göreve başladım. 1990-1993 yılları arasında Siirt’te çalıştım, sonra evlenip 1993 yılında İzmir’e geldim. O tarihten beri İzmir’deyim. Toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları, benim için çok önemli ve yaşamımın bir parçası olduğundan; 2000-2003 yılları arasında, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kadın Çalışmaları Bölümünde, yüksek lisans yaptım. Yüksek lisans tez konum; ‘’Sendikalarda Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı, Eğitim Sen Örneği’’ idi.

1990 Şubat ayında Siirt’te görev başladıktan kısa bir süre sonra, orada görev yapan öğretmenlerden ve basından, eğitim çalışanlarının sendikalaşma süreci olduğunu öğrendim. O dönem ‘’Eğit-Der’den Eğit-Sen’e’’ şiarıyla, sendikal çalışmalar yürütülüyordu. 1980 darbesi sonrasında, ilk sendikal çalışmaların başladığı süreçti, abece dergisi çıkarılıyordu. Siirt’te  arkadaşlarla bir araya gelip bu süreci konuşmaya başlamıştık. 1990 yılının Mayıs ayında Eğitim İş, aynı yılın Kasım ayında ise Eğit-Sen kuruldu. Diyarbakır’da da sendikal süreç başlamış ve Eğit-Sen şubesi açılmıştı.  Eğit-Sen’in Genel Merkez Yönetiminde olan Mustafa Avcı, Diyarbakır’da bir bölge toplantısı düzenleyecekti, biz de Siirt’ten arkadaşlarla gidip o toplantıya katılmıştık. Katıldığım ilk sendikal toplantıydı. Sonra biz Siirt’te bu süreci takip eden arkadaşlar olarak, Eğit-Sen’in Genel Merkezinden üye formları istedik, kendimiz üye formlarımızı doldurduk ve İstanbul’a gönderdik, o zaman Eğit-Sen’in Genel Merkezi İstanbul’daydı. Benim Eğit-Sen’e üye olmam ve sendikal mücadele sürecim böyle başladı.

1990’lı yıllar; Kürt bölgelerinde sokakta, evde, işyerinde insanların infaz edildiği ama bu cinayetlere ‘’faili meçhul cinayetler’’ denildiği ve yoğun çatışmaların yaşandığı bir dönemdi. Zaten Kürt illerinde OHAL (Olağanüstü hal) uygulaması vardı. 1991 yılında Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın öldürüldü. 1992 yılında Mardin’in Kızıltepe ilçesinde Eğit-Sen çalışmalarını yürüten Seydo Aydoğan öldürüldü. 1993 yılında Diyarbakır Eğit-Sen üyesi ve aynı zamanda Eğit-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Nebahat Akkoç’un eşi Zübeyir Akkoç sokak ortasında öldürüldü. 

Siirt merkezde çok yoğun çatışmalar yoktu. Yine de gece 9’dan sonra sokağa çıkmaya korkuyorduk. Ben Siirt’te görev yaparken, ailem Diyarbakır’daydı. Hafta sonları Diyarbakır’a gittiğimde gece saat 8’den 9’dan sonraya kalmışsam eğer, otogardan eve ancak taksi ile gidebiliyordum. Bindiğim taksi, eli silahlı resmi polisler veya sivil polisler tarafından yolda durduruluyor ve kimlik kontrolü yapılıyordu. 

1993 yılında İzmir’e geldim ve Eğit-Sen’in kadın komisyonunda çalışmaya başladım. Siirt’ten İzmir’e geldiğimde başka bir ülkeye gelmiş gibiydim. Siirt’te biz sokağa çıkıp, elimizde döviz ya da pankartlarla herhangi bir sendikal eylem yapamamıştık. Sadece şunu yapmıştık; Ramazan ayı geldiğinde Siirt’te lokanta ve kafeler kapanıyordu. Ramazan ayında Siirt Öğretmenevinde de gündüz çay ve yemek servisi yapılmıyordu. Biz, o dönem öğretmenevinde gündüz çay ve yemek servisi olması için eylem yapmıştık. Okul çıkışlarında öğretmenevine gidip oturuyorduk. Siirt Öğretmenevi’nin Müdürü ile ve İlçe Milli Eğitim Müdürü ile görüşmeler yapmıştık. Bu görüşmelerden olumlu bir sonuç alamadık. Ama ben İzmir’e geldiğimde çok geniş katılımlı eylemler yapılıyordu, 1 Mayıs’lar çok güçlü bir şekilde kutlanıyordu. 

İzmir’e geldikten kısa bir süre sonra, Eğit Sen ve Eğitim-İş’in birleşme süreci başladı, Eğit-Sen ve Eğitim-İş’in kadın komisyonları olarak ortak toplantılar yapıp, birleşme sürecine katkı sunmaya çalıştık. O zaman sendika yönetimlerinde kadın sekreterlikleri yoktu, KESK kurulmamıştı, sendikalarla ilgili yasa da çıkmamıştı. İzmir’de Kamu Çalışanları Sendikal Platformu (KÇSP) vardı. KÇSP’ye paralel olarak kadın birimi oluşturduk. Ben kadın komisyonu üyesi olarak İzmir’deki toplantılara katılıyordum. Bu toplantılara sadece eğitimciler değil, KÇSP’ye bağlı sendikaların kadın komisyonlarından da katılım oluyordu. Tüm Bel-Sen, Maliye Sen, Büro-Sen gibi sendikaların kadın komisyonlarıyla biz periyodik olarak bir araya gelmeye başladık. Kendi iç hukukumuzu oluşturmak istedik. Bir araya geliyoruz ama hangi temeller üzerinde bir araya geliyoruz? Bizim  KÇSP üzerinde yaptırım gücümüz nedir? Bunları tartışmaya başladık. Daha çok o dönem 8 Mart ve 25 Kasım’ları örgütlemeye çalışıyorduk.

1994 yılında, Tüm Bel-Sen İzmir 2 Nolu Şube Başkanı İkram Mihyaz öldürüldü. Baskılar hep vardı. Sendikalar ile ilgili yasa yok gerekçesiyle, birçok ilde açılan sendika şubelerinin kapısı mühürleniyordu.

23 Ocak 1995 tarihinde Eğit-Sen ve Eğitim İş birleşti, Eğitim Sen kuruldu. Aynı yılın Aralık ayında ise Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) kuruldu.  

Sendika yönetimlerinde yer almamakla birlikte, bu sendikal sürecin hep içerisindeydim, eylem ve etkinliklere elimden geldiğince katılmaya çalışıyordum. En fazla da kadın komisyonunda aktif olarak görev yapıyordum. 1996-2000 yılları arasında Ankara’da Eğitim Sen Genel Merkezinde, Merkezi Kadın Komisyonu oluşturuldu, bu komisyonun çalışmalarını Genel Merkez Yönetiminde bulunan ve Genel Merkez Mali Sekreteri olan Nurşen Yıldırım Girgin yürütüyordu. Merkezi Kadın Komisyonu, Ankara’da  her şubeden bir kadının katıldığı periyodik toplantılar yapıyordu. 

Kadın sekreterliklerinin oluşmadığı bu süreçte, Buca Eğitim Sen 5 Nolu Şube Kadın Komisyonu üyesi iken; Ankara’da yapılan bu toplantılara şubemizi temsilen katılıyordum. Aslında o toplantılar çok faydalı oluyordu. Eğitim Sen Genel Merkezi, Merkezi Kadın Komisyonu, şubelerdeki kadın komisyonu temsilcilerini Ankara’ya çağırdığında; mutlaka o güne bir eğitim çalışması da koyuyordu: Toplumsal cinsiyet nedir, eğitimde cinsiyet ayrımcılığı, kapitalist sistemde kadın emeği, sendika içi demokrasi gibi konuları, Ankara’da toplantılara gittiğimizde konuşuyorduk ve tartışıyorduk. Ama bunları konuşurken; farklı illerden gelen kadın komisyonundaki arkadaşlar şubelerinde yaşadıkları deneyimleri, zorlukları, yaptıkları eylem ve etkinlikleri de anlatıyorlardı. 

Aynı zamanda güzel bir dayanışma da vardı. Diyelim ki sabah gidiyorduk, bir günlük eğitim çalışmasına katılıyorduk, akşamı birlikte geçiriyorduk, ertesi gün ise; şubelerimize gittiğimizde ne tür çalışmalar yapacağımızı planlıyorduk. Bu bizi güçlendiriyordu. Kadın çalışmaları yaparken çoğumuz şubelerde sorunlar yaşıyorduk. Nasıl ki; toplumda erkek egemen kültür ve bunu besleyen bir ideoloji var ise, sendikalar da bunun bir parçasıydı. KESK’e bağlı sendikalar ve Eğitim Sen diğer sendikalara göre; daha devrimci, daha demokrat, kendine sosyalistim diyen, kadın sorununa duyarlı, toplumsal eşitsizliklerin farkında olan erkeklerin bulunduğu bir sendika olsa bile, Eğitim Sen’li kadınlar olarak; çok ciddi sorunlar yaşadığımızı fark ediyorduk. Meselâ mali sorunlar yaşıyorduk, bu sorunu her şubenin kadın komisyonu yaşıyordu. Bir de şubelerde ve genel merkez düzeyinde kadın sekreteri olmadığı için, kadın komisyonu şube yönetiminden kiminle muhatap olacaktı? Diyelim ki; KESK’li kadınlar olarak   8 Mart için bir karar alıyorduk. Şube yönetimi “Bizden habersiz karar alamazsınız.” diyordu. 

Yaşanan çok yoğun tartışmalar vardı ama bu tartışmalar bizi güçlendiriyordu, hepimizde çok büyük heyecan vardı. Sendikalarımızı yeni kurmuştuk, daha yasa çıkmamıştı ama bu durum bizi daha direngen ve güçlü kılıyordu. Bu çalışmada isminin geçmesini istediğim Nurhan ablamız vardı. Nurhan Akyüz.  Eğitim İş ve Eğit-Sen’in birleşmesi sonrasında kurulan Eğitim Sen Genel Merkez Yönetim Kurulunda yer alıyordu. Kadın sorunu konusunda çalışmalar yapan, yazılar yazan, belki de kadın sorununu, sendika gündemine alan ilk kadın arkadaşlarımızdan biridir, değerli bir ablamızdır ve ben yine Buca Eğitim Sen kadın komisyonunda çalışırken, kadın komisyonu olarak bir söyleşi düzenlemiştik ve Nurhan ablayı çağırmıştık. O dönem hatırlıyorum, biz kadın komisyonu olarak okul, okul gezip o söyleşinin afişlerini dağıtmıştık. O zaman Buca’da Sağlık Meslek Lisesi’nin konferans salonunda çoğunluğu kadın olan yaklaşık 100 kişinin katılımıyla Nurhan abla ile söyleşi yapmıştık. Çok verimli olmuştu. 

İzmir’e geldiğimde, Buca Anadolu Lisesi’nde görev yapıyordum. Okul müdürü iyi bir MHP’liydi! Sendika isminin dâhi  okulda anılmasına tahammül edemiyordu.  1995 yılı olsa gerek, 1 Mayıs’a doğru okula sendikamızın çıkarmış olduğu bildiriyi getirdim. Öğretmenler odasında masanın üzerine koymuştum. O zaman okullarda panomuz da yoktu. Müdür okulda illegal bildiri dağıttı diye hakkımda soruşturma başlatmış ve benim haberim yok. Okuldaki birçok öğretmenin ve öğrencinin benimle ilgili görüşlerini almış. Ben bu soruşturma sonucunda kınama cezası aldım.  Buna karşı ne yaptım? Sendikaya bildirdim. Sendika konuyla ilgili  basın açıklaması yaptı.

1998 ya da 1999 yılında, Mersin’de üç günlük Kadın Eğiticilerin Eğitimi Programına katıldım. O dönem Genel Merkez yönetiminde bulunan Nurşen Yıldırım Girgin düzenlemişti o programı. Benim çocuğum küçüktü, eşimle birlikte gitmiştim. Eşim, gündüz çocuk bakıyordu, ben eğitim programlarına katılıyordum.

Ben bu süreçlerde, yönetimde olmamama rağmen, Eğitim Sen ve KESK Genel Kurul delegesi seçilmiştim. Bu genel kurullar da, benim için çok ön açıcı ve verimli olmuştu. Genel kurullarda kadın delegelerle bir araya gelip; KESK’te ve sendika şubelerinde kadın sekreterliklerinin oluşması, kadın komisyonlarına bütçe ayrılması, şubelerde çocuk odalarının oluşturulması, vb. konularda ortak önergeler vermiştik. 

Galiba, yanlış hatırlamıyorsan 1998 yılında KESK 1. Kadın Kurultayını düzenledik. Yine aynı yıl yani 1998 yılında 3. Demokratik Eğitim Kurultayı (DEK) yapıldı. DEK için şubedeki kadınlarla bir araya gelip eğitimde toplumsal cinsiyet ayrımcılığı konusunda çalışmalar yaptık ve kurultaya sunduk. 2004 yılında 4. DEK yapıldı. Ben bu kurultay çalışmalarının mutfağında hep yer aldım. 4. DEK öncesinde, Eğitim Sen Genel Merkezinde toplandık. İllerden gelen tebliğleri konularına göre ayırdık. Taslak bir kitap çıkardık. Bu kitap şubelere gönderildi, şubelerde tartışıldı, sonra kurultaya gidildi. Demokratik Eğitim Kurultayları’nda benim çalıştığım konu hep cinsiyetçilikti. Biz bunu iki başlığa ayırıyorduk. Eğitimde toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili sendikamızın yapabilecekleri ve sendika olarak bizim, Millî Eğitim Bakanlığı’ndan talep edebileceklerimiz. Daha sonra 2004 yılında Eğitim Sen Kadın Kurultayı yapıldı. Orada da aktif olarak yer aldım.

Kadın kurultaylarında neler talep ettik? Sendika genel merkezinde ve şubelerde kadın sekreterliklerinin olması ve bu sekreterliğin tüzüksel organ olması. Sendikanın bütün yönetim organlarında kota uygulanması. Sendikamızın düzenlediği bütün eğitim çalışmalarına, toplumsal cinsiyet konusunun dahil edilmesi. Sendikal mekânların; lokal görünümünden çıkarılması ve kuytu yerlerde olmaması. Siz toplantıya gidiyorsunuz gece, yol karanlık ve ışık yok. Kadınlar böyle mekânlara gitmek istemiyor.  Sendikal mekânların daha merkezi yerlerde olması, ulaşımının kolay olması, mümkünse çocuk odalarının yapılması. Bunlar bizim ciddi taleplerimiz arasındaydı. Ben hep şunu savunmuşumdur: Sendika toplantı saatlerinde bir anasınıfı öğretmeni görevlendirilmeli, ebeveynler çocukları ile sendikaya gelebilmeli ve toplantı saatinde çocuklar, çocuk odalarında yalnız kalmamalı. Bunun gibi daha birçok talebimiz vardı. 

Kurultay süreçleri sadece yapılan gün ve tarih olarak değerlendirilmemelidir. 2004’te biz kurultay yaptıysak eğer; çalışmalarına 2003 yılında başlamıştık. Genel Merkezin belirlemiş olduğu başlıklar vardı. Her şubenin kadın komisyonu, seçtiği başlıklarla ilgili çalışmalar yapıyordu. Böylece şube kadın komisyonları sık sık bir araya gelmiş oluyordu. Kurultaya gidilen süreç önemlidir zaten. Şu an Eğitim Sen ve KESK’te güçlü bir kadın örgütlülüğü olduğu söylenebilir. 

2001 yılında 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu çıktı. Bu yasa TBMM’de görüşülürken, biz Ankara Kızılay Meydanı’nda iki gün süren bir oturma eylemi yaptık. Geceyi Kızılay Meydanı’nda geçirmiştik. Yasa çıkacaktı ve biz yasada grev hakkımız da olsun istiyorduk. O da çok geniş katılımlı bir eylemdi bence.  Yasa çıktı, ama istediğimiz gibi çıkmadı. 

Sendikanın tarihini ve sendikadaki kadın mücadelesi tarihini incelerken, süreçleri; 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu çıkmadan önce ve bu kanun çıktıktan sonra diye ayırmak gerektiğini  düşünüyorum. Yasa  çıkmadan önceki çalışmalar aslında daha devrimci ruhla ve daha heyecanlı yapılan çalışmalardı. Ve ilginçtir 2001’den önce yani kanun çıkmadan önce, kadınların eylemleri, faaliyetleri ve katılımı daha yoğunken, yasa çıktıktan sonra özellikle kadın katılımının azaldığını görüyoruz. ‘’Sendikalarda Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı, Eğitim Sen Örneği’’ konulu tez çalışmamda, bu durum ortaya çıkmıştı. 

Yasanın çıkması ile birçok şeyin kurallara göre yapılıyor olması, toplantı saatleri ve belki de  daha planlı ve programlı yapılan çalışmalar, sendika yönetimlerinde yer almanın yasal hale gelmesi ve tam da bu nedenle sendika yönetimlerine talebin artması, vb. nedenler, kadınları sendikalardan uzaklaştırdı diye bir tespitim var. Çünkü yasanın çıkmasından sonra sendika yönetimlerinde yer almak daha cazip hale geldi. Yasa çıkmadan önce sendika yönetimlerinde yer almak demek aynı zamanda gözaltına alınmayı hatta belki de tutuklanmayı göze almak demekti. 

Yasa çıkmadan önce Eğitim Sen ve Eğit Sen’in neredeyse açılan bütün şubelerine, valilikler tarafından mühür vuruldu, yönetimler hakkında soruşturmalar açıldı, gerçi sonrasında yapılan itirazlarla bu kapatılan şubeler hep açıldı ama bu durum, sonuç olarak bir mücadeleyi ve bir şeyleri göze almayı gerektiriyordu. 

Yasa çıktıktan sonra yönetimde yer almanın bedeli belki daha az olduğu için ve erkekler yönetimde daha çok yer almak istedikleri için kadınlar daha geri planda kalmış olabilirler.  

Başka bir konuya daha vurgu yapmak istiyorum. Diyelim ki; erkekler sendika yönetiminde yer aldılar bir defa, ikinci kez, bazen üçüncü kez de genelde, yönetimde yer almaya istekli oluyorlar. Ama kadınlarda bu süreklilik gözlenmiyor. Genelde kadınlar, sendika yönetiminde bir kez yer aldığında ikinci kez yer almak istemiyor. Bunun da ailevi, toplumsal, vb. nedenleri var. Yani kadınların ev, çocuk ve iş sorumlulukları var, kadın ‘’Bir dönem yer aldım, üç yıl yönetimde bulundum’’ diyor ve sonrasında genelde ‘’Ben artık yönetimde yer almak istemiyorum’’ diyor. 

Bir diğer neden de sendikalarda kadın olarak yer almanın ayrıca zorlukları var. Çünkü sendikalar da kamusal alanın bir parçası, bu kamusal alan erkeklere göre şekilleniyor ve normları erkekler tarafından belirlenmiş. Kadınlar bu alanda aslında eğreti duruyorlar. İlk zamanlarda sendikaya  kadın arkadaşlarımla geldiğimde, mekândan rahatsız oluyorlardı. Birçok sendikal mekân lokal görünümündeydi, ayrıca kirli, temiz değil. Hatta o dönem, İzmir’de ben çok tanık olmadım, ama İstanbul’dan gelen arkadaşlar anlatırdı; sendika binaları lokal görünümünde ve bir kısmında oyun oynanıyor.  Kadınlar böyle mekânlarda bulunmak istemiyor. Ya da kadın arkadaşımız kucağında çocuğu ile sendikaya geliyor. Mekân kirli ve sigara içiliyor. Dolayısıyla, bu tür mekânlar da kadınları sendikadan uzaklaştırıyor.

Eğitim Sen’in yaptığı ilk iş bırakma eylemi, 20 Aralık 1994 tarihindeki eylemdi. Ben bu iş bırakma eylemine, okuldan tek kişi olarak katılmıştım. Okuldan tek kişi olarak katılırken kendimi hakikaten çok kötü ve yalnız hissetmiştim. Ama eylem alanına gittiğimde çok kalabalık olduğumuzu görmüş, çok duygulanmış ve çok etkilenmiştim. Aslında ben yalnız değilim diye düşünmüştüm. Sonraki süreçlerde hep Ankara eylemlerine katıldım. Sıkça Ankara’ya sesimizi duyurmaya, eyleme gidiyorduk ve ben Ankara’ya gidişlerimde hep otobüste yüksek sesle şunu söylerdim: “Bir daha dünyaya geldiğimde, sendikal hak mücadelesinin elde edilmiş olduğu bir ülkede gelmek isterim.” 

Ankara’ya gidişlerimizde hep engel çıkarılıyordu. İzmir çıkışında kimlik kontrolleri yapılıyordu, izinsiz il dışına çıkamazsınız deniyordu ya da Ankara’ya girişte bizi durduruyorlardı. Bir defasında polisler tarafından bir dinlenme tesisinde durdurulmuştuk. Biz de karayolunda oturup, yolu trafiğe kapatmıştık. Bu eylemlerde o dönem kadın katılımı da oldukça fazlaydı. Hatta bizim bir Ankara eylemimiz, 2 Temmuz 1993 tarihinde, Sivas, Madımak Otelindeki katliamın olduğu zamana denk gelmişti. Bizler Ankara’ya giderken, yolda olduğumuz o gece Sivas’ta otel yakılmış ve otuz altı kişi katledilmişti. Ertesi gün siyah pankartlarla ve çok kalabalık bir şekilde Ankara’da yürümüştük.

Daha sonra 2000 yılında Eğitim Sen Genel Merkezinde ve şubelerde Kadın Sekreterlikleri oluşturuldu. Bence kadınlar için çok güzel ve önemli bir kazanımdı. Elif Akgül, Genel Merkez Yönetim Kurulunda Merkezi Kadın Sekreteri olarak görev aldı. Sonraki süreçte Elif Akgül’ün düzenlediği Kadın Eğitimcilerin Eğitimi Programına katıldım. 2001-2003 yılları arasında devam eden, çok uzun ama bana da çok katkısı olan ve gerçekten Genel Merkez tarafından çok profesyonelce düzenlenmiş bir programdı. Ben şu anda Genel Merkez Kadın Eğitimcisiyim. Şu ana kadar İzmir, Denizli, Kütahya, Aydın gibi illerde sendikanın düzenlediği etkinliklerde, toplumsal cinsiyet eğitimi verdim, vermeye de devam ediyorum.

Eğitim Sen Genel Merkezinde ve şubelerde kadın sekreterlikleri oluşturulduktan sonra, kadınların taleplerini içeren eylemler ve eğitim çalışmaları daha düzenli ve programlı yapılmaya başlandı. Bu süreçte, Eğitim Sen Genel Merkezinde Eğitim Uzmanı olarak çalışan Handan Çağlayan; hem Genel Merkez düzeyinde, hem de şubelerde yapılan, sadece kadın katılımlı veya karma eğitimlerde toplumsal cinsiyet konusunu anlatıyordu. Sendikanın eğitim çalışmalarına toplumsal cinsiyet konusunun dahil edilmesi, kadınlar açısından çok önemli bir kazanımdı. Doğum izinleriyle ilgili yapılan eylemler vardı, önce yerellerde çalışmalar yapıldı, basın açıklamaları, imza kampanyaları düzenlendi. Sonra da Ankara’da merkezi bir miting yapılmıştı, geniş katılımlı bir mitingdi. Kazanımı olan bir eylemdi. 

2001 yılında pantolon giyme eylemi yaptık. Bu da kazanımı olan bir eylemdi. Sonrasında, sendika eğitimde toplumsal cinsiyet ayrımcılığına yönelik kampanya başlattı. Bu kampanya, bizim yaptığımız Kadın Kurultayından çıkan bir talepti, bu kampanyayla ilgili Genel Merkez Yöneticilerimiz, TBMM’ye gidip, kadın milletvekilleriyle görüşmüşlerdi. Hatta biz  eğitim fakültelerinde ‘’toplumsal cinsiyet’’ dersi okutulmasını talep etmiştik. Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde ‘’Toplumsal Cinsiyet’’ dersi koyuldu, yıllarca verildi. Bu yıl kaldırıldı diye duydum ama emin değilim. Şu an hatırlayamadığım birçok eylem, etkinlik ve kampanyalar yapıldı. Bence yapılan bu çalışmalar, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili bir bilinç ve farkındalık oluşmasına neden oldu.

Sendikalarda kadın komisyonlarının oluşum sürecinde, bu komisyonlara tepki gösteren erkek arkadaşlar vardı. Zaten kadın komisyonu çalışmaları, birçok sendika üyesi erkek tarafından bıyık altından gülünen ve hafife alınan çalışmalardı.  O gün sendikaya birkaç kadın geldiyse eğer, ‘’Size ne oldu, yine kadın komisyonu toplantınız mı var?’’ şeklinde, yaklaşıyorlardı. ‘’Siz kadın komisyonu kurduğunuzda, biz de erkek komisyonu mu kuracağız?’’ diyen erkek arkadaşlarımız bile vardı. Kadın komisyonunun, sadece kadınlardan oluşmasına karşı çıkan bir zihniyet de vardı sendika içerisinde. Bir defasında şubedeki panoya, “Kadın komisyonu” deyip isimlerimizi yazdığımda, iki erkek arkadaşın da  panoya ismini yazdığını hatırlıyorum. Gerçi o iki erkek arkadaş gelip toplantıya katılmadı ama ‘’Kadın komisyonuna gerek yok’’ diyorlardı bize. Böyle bir yaklaşım vardı. Bir de kadın sekreterliklerinin oluşmadığı süreçlerde, il düzeyinde yaptığımız kadın toplantılarında, yani KESK Kadın Platformu toplantılarına katıldığımızda bize diyorlardı ki: ‘’Siz komisyon olarak karar alıp oraya götüremezsiniz, aldığınız kararları önce bize söyleyeceksiniz, yönetimin onayından geçecek, onaydan geçmiş olan kararları ancak siz platforma taşıyabilirsiniz’’. Dönem, dönem uyguladık da bunu. Komisyonda karar aldıktan sonra gidip yönetim toplantısında söylüyorduk: “Biz bu kararı aldık, bunu götüreceğiz’’ diyorduk, bazen karşı çıktıkları kararlar da oluyordu. 

Bir diğer sıkıntı da şuydu; işyeri temsilcileri toplantısı olabilir ya da başka bir toplantı. Biz kadınların söylediklerini ciddiye almıyorlardı ama bizim söylediğimizi bir erkek söylediğinde ciddiye alıyorlardı. Sendikalarda yaşanan cinsiyetçi süreçlerden birisi de sendikalardaki seçim süreçleriydi. Çünkü o seçim süreçlerinde sendikada farklı anlayışlar bir araya geliyor, bir yönetim oluşturuyorlar ya da kulis çalışmaları yapıyorlardı. Bu süreçler kadınları sendikalardan uzaklaştıran süreçler. Çünkü seçim süreçlerinde yeni yönetimlerin oluşmasına yönelik yapılan bu toplantılar; gece geç saate kadar süren toplantılardı. Genelde   kadınlar evdeki sorumlulukları gereği, geç saatlere kadar süren bu toplantılara katılamıyorlardı veya katılmış olsalar bile son sözü söyleyenler erkekler oluyordu. 

Mutlaka erkeklerin orada, o son sözü söylemesi gerekiyordu. Kadınların söylediğini ciddiye almama, kadınları görmezden gelme yaklaşımları çok yoğun olarak yaşandı ve ben eskisi kadar olmasa bile, hâlâ yaşandığını düşünüyorum. Bir defasında kadın komisyonu toplantısına katılan bir kadın arkadaşa, yönetimde bulunan bir erkek tarafından, ‘’Senin ne işin var bu saate kadar sendikada, gidip evde çocuğunla ilgilenmen daha iyi olmaz mı’’ dendiğini hatırlıyorum. Tabii ki, tepki göstermiştik. Ben bunlara tanık oldum. 

Şimdi, diyelim ki işyeri temsilcileri toplantısı yapılıyor 8 Mart öncesi, biz kadın komisyonundan kadınlar işyeri temsilcileri toplantısına gelip; 8 Mart’ta şu etkinlikler yapılacak, miting yapılacak, miting kadın katılımlı olacak dediğimizde tepki gösteren erkekler de vardı, kadınlar da vardı. Meselâ böyle bir işyeri temsilcileri toplantısında bir erkek arkadaş ‘’Siz sadece kadınların katıldığı bir miting yapamazsınız, ben de bu mitinge geleceğim, siz gelmeyin deseniz de geleceğim ve en ön saflarda yürüyeceğim.’’ demişti ve sonrasında mitinge de gelmişti. ‘’Siz bu sendikada işçi sınıfını bölüyorsunuz, emek mücadelesini bölüyorsunuz, burjuva ideoloji olan feminizmi sendikaya getiriyorsunuz ve biz buna karşı duracağız’’ şeklinde yaklaşımlar vardı. 

“Kadınlara yönelik pozitif destek politikaları ve kota olmamalı” diyordu erkek arkadaşlar. Kota olursa yetersiz ve donanımsız olan kadınlar yönetime gelecek deniyordu. Bu görüşlere katılan kadın arkadaşlarımız da vardı. Ben de diyordum ki: “Yönetimde bulunan erkekler yeterlilik testinden mi geçiyor; neden kota denildiğinde bu tartışma gündeme geliyor.” Evet, bu tür tartışmalar çok yoğundu. 

Bir dönem de 8 Mart’ın adlandırılmasıyla ilgili tartışmalar yaşamıştık. ‘’8 Mart Dünya Kadınlar Günü’’ mü, yoksa ‘’8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’’ mü tartışması. Sonrasında ‘’8 Mart Kadınların Birlik Dayanışma ve Mücadele Günü’’ diyerek bu tartışmayı aşmaya çalışmıştık. 

Şunu da ayrıca eklemek isterim; kadın sorunu konusunda çok duyarlı davranan ve çalışmalarımızı destekleyen erkek arkadaşlarımız da vardı. Ayrıca süreç içerisinde, kadın sorunu konusunda farkındalığı oluşan veya artan, olumlu yönde değişen ve dönüşen, erkek ve kadın arkadaşlarımız oldu.  

Bir süre sonra kadın komisyonlarında biz şunu söyledik veya tartışmaya başladık; kadın sorunu, bu soruna yönelik farkındalık ve çözüm önerileri konusunda, biz erkek arkadaşlarımızdan çok farklılaştık. Bu tarz çalışmaları artık ortaklaştırmalıyız. Kadın sorunu, toplumsal cinsiyet, vb. yazılar, eğitimler sadece kadın dergilerinde ve kadın eğitimlerinde olmamalı. Sendikanın tüm dergilerinde  bu konular olmalı, sendikanın eğitim çalışmalarında da bu konular olmalı. Biz birbirimizi çok eğittik o süreçte, kendimizi geliştirdik ama sendika içindeki erkek egemen dili, kültürü aşabilmemiz için erkeklerle de ortak eğitim çalışmaları yapmamız gerektiğini fark ettik. Karma eğitimler önerdik ve sendikanın işyeri temsilcilerine yönelik, üyelere yönelik yapacağı eğitim çalışmalarına toplumsal cinsiyet konusu dahil edilmeli, dedik. Çünkü bu olmazsa olmazdı bizim için, ortaklaşmalıyız. 

Biz kendimizi değiştirip dönüştürürken, sendikada yer alan erkek arkadaşlarımızı da dönüştürmemiz gerekiyor noktasına geldik. Biz de, erkeklerin politikasına karşı böyle bir politika ürettik ve bence bu politikada da başarılı olduk. Evet, toplumsal cinsiyet konusu sendikanın bütün eğitim çalışmalarına dahil edildi. “Sendikanın çıkaracağı bütün afişlerde, yazılarda, dergi ve dokümanlarda sendikanın dilinin cinsiyetçilikten arındırılması lazım”, dedik. Bu konuda da Genel Merkez Kadın Sekreteri sayesinde çok yol kat edildi.

Feminist kadınlarla KESK’li kadınlar birçok yerde bir araya gelmeyi başardılar. Karşılıklı bir etkileşim oldu. Medeni Kanun ve TCK’da yapılacak değişikliklerle ilgili birçok kadın örgütüyle ortak eylemler yapıldı. Çok olumlu bir enerji yaratıldı. Meclis önünde de birçok eylem yapıldı o zaman. Dünya Kadın Yürüyüşü ’ne katılmak ise, bu mücadelenin uluslararası boyutuydu.

29 Aralık 2015 tarihinde, KESK’in almış olduğu karar doğrultusunda bir günlük iş bırakma eylemi yapmıştık. Bu eylem sonrası, Kürt illerinde görev yapan birçok arkadaşımız açığa alındı, İzmir’de ise, birçok arkadaşımız sürgün edildi, bizler hakkında da şu an süren soruşturmalar var, il disiplin kuruluna savunmamızı gönderdik, iki defa da okulda savunma verdik.

Maalesef, 2016 yılında da Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK’lar ile) ihraç edilen birçok arkadaşımız var. İzmir’de KHK’lı olan KESK’li kadınlarımız var. Bir ay önce, bu arkadaşlarımız için bir dayanışma gecesi düzenlendi. Tahmin etmediğim kadar kalabalıktı. Konak’ta bir mekânda dayanışma gecesi yapıldı. İhraç edilen kadınlarımızı  ben çok güçlü gördüm, umutlular, mücadelelerine devam ediyorlar. İhraç edilen birçok arkadaşımız sendika yönetimlerinde yer alıyor.

Bizler, KESK’li kadınlar olarak bu süreçte çok yol kat ettik. Kadın komisyonlarımız oluştu. Genel merkez düzeyinde ve şubelerde kadın sekreterliklerimiz oluştu, kadın sekreterliklerimiz tüzüksel organ oldu, tüzüğümüzde %40 kadın kotası var, kılık kıyafet yönetmeliği değişti, doğum izinleri artırıldı.  Eğitimde cinsiyet ayrımcılığı ve toplumsal cinsiyet konusunda sendika içerisinde bir duyarlılık oluştu, ulusal düzeyde de bir duyarlılık ve farkındalık oluştu. Çok renkli kadın mitingleri, şölenler, imza kampanyaları, sokak tiyatroları, vb. yapıldı, yapılıyor. 

Bornova’da Eğitim Sen kadın komisyonu olarak, diğer kadın örgütleriyle ve partilerin kadın komisyonları ile bir araya geldik. Bornova Belediyesinden kadınlara yönelik sığınmaevi açmasını talep ettik, bununla ilgili Bornova Meydanında üç gün boyunca imza topladık. Topladığımız imzaları Bornova Belediye Başkan’ına verdik. Şu an Bornova’da kadın sığınmaevi var. 

Ben her zaman Eğitim Sen’li olmaktan gurur duydum ve gurur duymaya da devam ediyorum, sendika ve sendikal mücadele bana çok şey kattı. Sendikal mücadelede, kadın çalışmaları konusunda çok yol kat ettik ama daha kat etmemiz gereken çok yol var. Bence KESK’li veya Eğitim Sen’li kadın olmak, değiştirmek, dönüştürmek ve özgürleşmek anlamına geliyor. 

Menü POPUP