Gülistan Atasoy 

Erkek masa düzeni

Gülistan Atasoy

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası-SES. Adana, 2000’li yıllar, Ankara, 2010’lu yıllar

Toplu sözleşmede çok erkek bir masa düzeni var. Hükümetten katılanlar erkek, sendikalardan gelenler erkek. Hemen hemen hiçbir zaman kadın talepleri tartışılamıyor. Bizim hazırladığımız dosyalarda kadınların talepleri var ama taleplerimizin oraya taşınma biçimi, yaptığımız basın açıklamalarını aşmıyordu. Geçen sene, taleplerimizi, toplu pazarlık masasının o halini teşhir edecek biçimde taşımaya karar verdik. Uzun yıllar “sözümüzü örgütlüyoruz” sloganı ile mücadele verdik.  Sözümüzü örgütleyip, talebe dönüştürüp, talebimizi de kendimizin dile getirmesinin önemli olduğunu düşündük. Toplantıya erkek eşbaşkanımız katılmıştı. Kadınlarla ilgili taleplerimize sıra gelince, “Kadın taleplerini Kadın Sekreterimiz dile getirecek” diyerek masadan çekildi, masaya ben geçip oturdum. Karşımda bakan ve diğer sendika temsilcilerinin tümü erkek, tek kadın benim. Tam bu durumu teşhir edip, taleplerimize geçeceğim, dediğimde, diğer sendikaların temsilcileri ayağa kalktı “Bu kadın burada konuşursa, biz burayı terk ederiz” dediler. Yaptığımızın, o dönem kadınların taleplerinin görünür kılınmasına katkısı oldu diye düşünüyorum.

Gülistan Atasoy ile sözlü tarih görüşmesi 2017 yılında yapılmıştır.   

Gülistan Atasoy‘un “Toplu Sözleşme Masasındaki erkek egemenliği, 12 Ağustos 2015” konulu kaydını izlemek için videoya tıklayınız.  

Otuz dört yaşındayım. İki yıllık evliyim. Bir çocuk bekliyorum şimdilik. On altı yaşında Sağlık Meslek Lisesini bitirir bitirmez 1998 Eylül’de işe başladım. İki yıl Antep’te çalıştım. Sonra Adana’ya geçtim.  2014 yılına kadar hep Adana’da çalıştım. Sendikal faaliyetlerde bulundum. İşyeri temsilciliği yaptım yıllarca. Son üç yılımda da KESK genel merkezinde görev almamdan kaynaklı, Ankara’da yaşıyorum. 

Babam sendikalıydı. Ben de işe başlar başlamaz sendikaya üye olmalıyım gibi bir zorunluluk hissettim. Evimizde sürekli toplantılar olurdu. Bu yüzden sendikal çalışmaları evden takip etme olanağım da oldu. Biraz 1990’larda Adana’ya göç etmek zorunda kalmış bir ailenin içinde büyümekten kaynaklı bir politiklik de vardı. Çok genç olmama rağmen örgütlü olmanın gerekliliği kavramıştım. 

O zaman aday memurluk vardı. Ben mesleğe başladım, iki haftalıkken, babamın elinden tutarak, gidip sendikaya üye oldum. Bunun ilk getirisi, ilk yılın sonunda hemen sürgüne neden oldu.

Üye olduktan sonra sadece büyük eylemlere katılıyordum. Toplantılara çok katılma fırsatım olmadı. Çünkü köyde çalışıyordum. Adana’da, Çukurova hemşirelik yüksek okulunu okudum. Dört yıl boyunca iş,  okul, sendikayı birlikte götürmek zorunda kaldım. Geceleri nöbet tutuyordum. Okul bittikten sonra yönetimlerde yer alarak sendikal faaliyetleri ilerlettim. Okul döneminde zaman ayırmak zordu.

İlk yılımda merkezi bir köyde çalışıyordum. O dönem AKP değil de MHP, DSP koalisyonu ile bir hükümet kurulmuştu. Hükümetin kuruluşunun ertesi haftası, SES üyesi bütün bekâr hemşireleri uzak köylere sürgüne gönderdiler. Toplu bir sürgünden payımı aldım. Nizip’in bir köyüne sürmüşlerdi.  Bir yıl sonra tayin yaptırarak Adana’ya geçtim. İlk yılımda öyle bir durum yaşadım. Ondan sonraki süreçte işyerinde çok ciddi sıkıntılar yaşamadım. Sendikada örgütlenme zemininin işyerinde meşru olduğu, çok da baskının oluşturulmadığı bir dönemdi. 

Adana Şubede bir dönem yöneticilik yaptım. Sendikada kadın paydasında bir araya gelmek çok zordu. Benim aktivist olarak ilk çalışmalara katıldığım dönemde bunu çok hissediyordum. Şimdi o profil değişti. O dönemde sendikal mücadelede yer alan kadınların bir kısmı şimdi biraz daha geri duruyorlar. Hayatın getirisi. Sorumluluklar değişiyor. Çok daha militan duran kadınlar şimdi bambaşka bir yerde. Bu süreçte bile çok kendini kapatmış duruyorlar. Kendini daha bağımsız, daha özgür hisseden, kendini  rahat ifade eden feminist kadınlar var. SES’te o feminenlik kadınlara daha çok yansımıştı. Eğitim Sen gibi değildi.

Sendikal çalışmalara zaman ayırabiliyordum. Hastanede temsilcilik yaptığımız arkadaşlarla görev paylaşımımız vardı. Daha rahat ve organize çalıştım. Broşürleri sendikal faaliyetleri herkese aktarma şansımız vardı. Kat paylaşıyorduk. Özellikle nöbetlerde kadınlarla bir araya gelme şansımız fazlaydı. Nöbetlerde, hemşirelerle daha çok tartışma şansı bulabiliyorduk. Zaman da uygun olduğu için. Katları gezme olasılığımız oluyordu.  Temsilcilik yaptıktan sonra 2011-14 arası şube yöneticiliği yaptım. O zaman çalışma koşulları, idareci baskısı bu kadar değildi. 

Sendikal örgütlenme özgürlüklerinin geliştiği ve SES’in de kendini kanıtladığı bir süreç vardı. Memur Sen bu kadar girmemişti işyerlerine. Tekilleştirilmiş memur tipi yaratma baskısı çok fazla yoktu açıkçası. Türk Kamu-Sen’le yaşanan tartışmalar biraz daha farklıydı. 90’larda daha farklı siyasal baskı vardı ama benim temsilcilik yaptığım süreçte o kadar fazla bir zorlamayla karşılaşmadım. Newroz bildirilerini bile işyerinde dağıtabiliyorduk. Kimse toplamıyordu. Son yıllarda bunu yapmak mümkün değil. Çok ciddi baskı var. 

Şöyle bir örnek verebilirim. Bilgi işlemde, taşeron firmada çalışan bir kadın arkadaşımız eşi tarafından çok şiddete maruz kalmıştı. Boşanmak istediği için, eşi sokakta üzerine kezzap ve çamaşır suyu dökerek yakmış. Vücudunda çok ciddi  yanıklar vardı. Yanık ünitesinde yatıyordu. Taşeronda çalışan arkadaşlar, sendika kadın çalışmalarımdan dolayı, hukuki süreci takip edebileceğim için bana yönlendirilmişti. Biz o süreçte ailesiyle birlikte çok ciddi mücadele yürüttük. Adana’daki kadın avukat arkadaşları devreye soktuk. Avukatlar hakları konusunda bilgilendirme yaptılar.  SES’li kadınlar arasında aktivist azdı. Yönetici olarak beni gördükleri için gelmişlerdi. Bu çabamla, aslında emeğin nasıl bir karşılığının olduğunu anladım.

Toplantıları, bazı işyerlerini birleştirip yapabiliyorduk. Özellikle Hemşireler Haftası’nda. Hemşirelik, kadın çalışanların çok olduğu bir alan. Kadın kimliği konusunda tartışıyorduk. Toplumsal cinsiyet rolleri, işyerlerine yansıyordu. Kadınlardan evde beklenen roller, işyerinde de devam ediyordu. Son yıllarda erkek hemşirelerin de ortaya çıkması nedeniyle, bu değişti. 

Bir keresinde işyeri eğitim çalışmasını hazırlamak istemiştim. O zamanki yönetim uygun görmüştü. Yaptığım eğitim çalışması çok iyi oldu. Çok memnun kaldılar. Hemşirelik mesleği üzerinden bunu anlatmak çok daha kolay aslında. Rollerin devam isteniyor orada. Hastalardan, çalışma arkadaşlarına kadar tüm hiyerarşi orada. Hocası, hemşiresi, taşeronu, bilgi işlemcisi. Askeriyeye benzetiyordum. Erkek hemşireler bile kadın hemşirelere yine cinsiyetçi işbölümünü dayatıyorlardı. Bu kısmen kırıldı ama halen çok belirgin.

Şube yöneticisi olduğumda KESK’te kadın sekreterliği yoktu. Hukuk Sekreteri olarak başladım. Kadın yöneticiler kadın çalışmalarını yürütüyorlardı. Tüzük değişikliğinden sonra Kadın Sekreteri oldum. SES’te yeni olduğu için biraz zorlandım. Sosyal ilişkiler üzerinden kadınları sendikada bir araya getiriyordum. Özel takvimsel günlerde onları bir araya getirerek bir şeyler yapmaya çalışıyordum. 

Bir mekanizmaya ulaştığında, bunu ilerletmek, yönetim içerisinde oluşabilecek erkek defanslara karşı meşru zemin üzerinde yürütmek çok daha kolaydı. Yine çok zorluklarla karşılaştık ama bir tüzüğün var, güvence olarak. Ben bu çalışmayı yürütmek zorundayım. Genel merkezden programlar geliyor, yerelin programlarını üzerine ekliyoruz. Bunu yürütmekle sorumluyum. Bu çok daha kolaylaştırdı kadınların çalışmalarını. Bu çok önemli ama tamamen kurumsal bir yapıya ulaşması için hâlâ bir zaman var. 

KESK Genel Merkezinde,  2014 Temmuz’undan beri görev alıyorum. Türkiye’deki siyasal gündemin, savaşın derinleştiği, iş güvencesinin ihraçlar üzerinden fiilen ortadan kaldırıldığı soruşturmaların, katliamların iç içe geçtiği çok yoğun, sıkıntılı başka bir dönem başladı.

2012’de Türkiye’deki siyasal süreçten de kaynaklı sendikaya, kadrolarına ciddi bir yönelim vardı. KCK operasyonları, farklı adlar altında farklı operasyonlar yapıldı. O dönem yönetici olmamdan kaynaklı, süreci örgütleme zorunluluğu vardı. Arkadaşlarımız cezaevindeydi. Özellikle kadın arkadaşlarımız hedefe alınmıştı. Basın açıklamaları yapıyor, işyerlerine bunu anlatmaya çalışıyorduk. O dönem işyerinden art arda kınama, uyarı cezaları aldım. Gezi sürecinde de çeşitli soruşturmalar oldu. 

Kadın alanında  çok ciddi ihlaller yaşandığı için kadın sekreterine çok iş düşüyordu. Biz sadece sendikada değil, kadın platformlarında, kadın örgütleriyle çalışmalar yapıyorduk. 

Adana’da Kadın Platformlarıyla çok güzel çalışmalar yaptık. Kadınla ilgili her konunun kamuoyunu gündemine taşınması gerektiğini düşünüyorduk. Zaten süreç, genelde muhalifleri vururken, kadın üzerinden iki kere vuruyor. Kadın dayanışmasının  sadece sendikada değil, yereldeki farklı kadın örgütleriyle yürütülmesi, farklı deneyimlerin paylaşımını da beraberinde getiriyor..

Sendikal mücadeleye ulusal bilinçle başladım. Sonra kadın kimliğimin farkına vardım. Kadın kimliğini sendikal örgütleme sürecinde edindim. Cinsiyet bilincim gelişti. Çifte ezilmişliği sendika içerisinde, çalışma yaşamı içerisinde nasıl yaşadığımı tecrübe ettim.

On altı yaşında mesleğe  başlarken bambaşka bir noktadaydım. Kadın Sekreterliğini yürüttükten sonra çok daha farklı bir noktadan bakıyorum.  Sendikada okumalar, tartışmalar, eğitim çalışmaları, bir araya gelmeler beni bambaşka bir yere getirdi. 

Çalışma ortamı, sendikal ortamdan çok farklı. Çünkü erkeklerle tartışıyorsun, çatışmalar yaşıyorsun. Sistemin, kimliğine yönelik baskısı seni daha çok mücadeleye yönlendiriyor. Daha çok derinleşmeye, örgütlemeye çalışmana neden oluyor. Sendikal zeminde örgütlemeye, kadınlarla  bir araya gelmeye çalışıyorsun. Bu bir hırsa dönüşüyor. Öfkeleniyorsun. Sendikada çatışarak kadın haklarını elde etmeye çalışıyorsun. Bu çok yorucuydu ama bir noktaya geldiğini görmek de güzel oluyor. Örgütlemeye kattığı şey görünür olduğu zaman, bunu karşılığını görmek  güzel oluyordu.

Sendikal mücadele bir yaşam tarzına dönüşüyor. Bundan da mutluyum. Beni diri tutuyor. Enerjiyi gün içinde farklı insanlarla paylaşmak çok güzel bir duygu. Bazen kırıcı şeyler de yaşıyoruz ama aktif olmak hissi, benim için çok önemli. Öbür türlüsü, “Nasıl tolere edebilirim” kısmı daha çok endişelendiriyor beni.

Ben “Acaba doğum yaptıktan sonra evde nasıl kalacağım?” kaygısını daha çok taşıyorum. Bir süre için de olsa evde kalmak beni endişelendiriyor. Mesleğe başlarken okuyordum, öğrenci faaliyetlerine katılmaya çalışıyordum. Hepsini bir arada yürüten, sürekli bir hareketlilik vardı. Kadın çalışması yürütürken kadın kimliğiyle bir şey yapmak, beni daha görünür kılıyordu. Topluma değen, yaşamda karşılığı olan bir çalışma. Erkeklerin buna bazen dışarıdan kıskanarak yaklaştığını fark ediyordum. Rutin işler yapılıyor ama kadın yapınca daha yaratıcı, daha görünür oluyor. Bu oralarda defans yaratmakta çok etkili oluyor. 

8 Mart’larda yapılan kahvaltılara katılım üzerinden hesap yapıldığını biliyorum. Psikolojik olarak şiddete vardıran bir süreç yaşıyorsun. Örgütlenme çalışmaları, iş, ikili üçlü mesai yürütüyordum. Diğer çalışmalara çok daha rahat bütçe aktarılırken, kadın çalışmalarına sınırlı ayrılması çok ciddi bir sıkıntıydı. Genel merkezde şu anda bunu çok yaşamıyoruz. 

Ama her 8 Mart’ta, 25 Kasım’da şubelerden kadın arkadaşlarla çok görüşüyoruz bu konuda. Arayıp, yaşadıkları sıkıntıyı anlatan o kadar çok kadın arkadaş var ki. Özgün kadın çalışması yürütmenin halen kabul görmediği de bir gerçek. Bunu da görmek lazım. Sanki kadınlar kendi başlarına iş yapıyorlar. “Neden bize sormuyorlar, biz danışmıyorlar, neden haberimiz olmadan kendileri karar alıyorlar?”. Bu bir mekanizmaya kavuşmasına rağmen,  pek çok işkolunda bunun “örgütü bölen”, “örgütün gücünü zayıflatan” olarak görüldüğü bir noktadan yaklaşım çok var. Kuşkusuz eskiyle kıyasladığımda, çok ilerlemiş bir noktadayız. Mekanizmalar oluştu. Kadın Meclisleri, karar organlarına dönüştü. Sadece bilgilendirme yapıyoruz. Ama alttan alta çok tartışıldığını bilerek yapıyoruz. Biraz daha işimiz kolaylaştı bu anlamda. Tüzükte, karar organı olmanın verdiği güvenceyle çok daha rahat yapıyoruz.

On bir işkolumuz var. KESK’te ‘Kadın Meclisi’ karar organı olarak tüzüğe geçirilen, işkolarından kadınların oluşturduğu bir meclis. Yılda bir kez toplanma zorunluluğu var.  Orada süreci değerlendirip kararlar alınıyor. O kararları, bir sonraki meclise kadar uygulama hedefi koyarız önümüze. Onay mercisi yok. Geçen dönem genel mecliste onaylanması gerekiyordu, tavsiye kararı oluyordu. Bu dönem sadece bilgilendiriyoruz.

Ayrı bir bütçe yok ama toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme var. O anlamda bütçede ben kişisel olarak bir sıkıntı yaşamadım. Ama bütün iş kollarında bu böyle değil. Kadın Meclisi olmayan yerler var. Kadın Meclisi olup da karar organı olmayanlar var. Bunun biraz daha tüm iş kollarında aynı biçimde yaygınlaşması, bu süreci de ilerletecek. Ama şu anda genel merkez düzeyinde böyle bir durum var.

Tabi her ne kadar kadın politikaları kurumlaşmış mekanizmalarda yaşam bulsa da, zorluklar her zaman var. Ben bu zorluklarla karşılaştığımda bırakıp gitmeyi hiçbir zaman düşünmedim. Kapıları çarpıyorum ama bu gittiğim anlamına gelmiyor. “Sakın ha, buraları size bırakacak halimiz yok” diyerek geri döndüğüm olmuştu. O sözü söyleyip çıkmıştım bir keresinde. Bu güçlüklere, ben toplum içinde de böyle bakıyorum. Örgütlü yaşam, bunun olmayacağı, sendikalarda bunun yaşanmayacağı anlamına gelmiyor. Bu mücadelenin bir yere evrilmesi gerektiğine olan inancımla, bu gerçekliği görerek yaklaştım. Çünkü  ilerlemek için, var olmak ve tüm bu güçlüklerle başa çıkmak gerekiyor. 

Kadın arkadaşlarımızdan hemen hemen herkes aynı sorunları yaşadığı için bunun tartışmasını çok yürütüyorduk. Bu da güç veriyordu. Yanındakilerle beraber aşmaya yönelik bir mücadele yürütmen gerektiğini biliyorsun. O kişilerin de değişmesi gerekiyor bunu da biliyorsun. Bunu orada onlarla tartışarak, kimi zaman çekilerek, kimi zaman kavga ederek, kimi zaman dayatarak… ancak böyle yürütebiliyorsun. Bu düşüncelerim, tüm tartışmalara rağmen, orada kalarak, orada mücadele ederek değişebileceğine olan inancımdan kaynaklı, diyebilirim. 

……

KESK bugüne kadar toplu görüşmelerde kadın taleplerini dile getirdi. Ama geçen toplantıda, “kadın taleplerini, toplu sözleşme masasına da taşımak da gerekiyor” diye kararlaştırdık. “Sözümüzü Örgütlüyoruz” sloganıyla uzun yıllar mücadele verdik. Sözü örgütleyip, kendi talebimize dönüştürüp, kendi ağzımızdan dile getirmenin önemli olduğunu düşünüyorduk.

Toplu sözleşmede çok erkek bir masa düzeni var. Hükümetten katılanlar erkek, sendikalardan gelenler erkek. Hemen hemen hiçbir zaman kadın talepleri tartışılamıyor. Bizim hazırladığımız dosyalar da var. Ama taleplerimizin oraya taşınma biçimi, yaptığımız basın açıklamalarını aşmıyordu. Geçen sene onu toplu sözleşme masasına taşımak gerektiğine karar verdik. Toplantıya erkek eşbaşkanımız katılmıştı. “Kadın taleplerini kadın sekreterliğimiz dile getirecek” diyerek masadan çekildi. Ben oturdum masaya. Bakan karşımda, diğer sendika temsilcileri hepsi erkek, tek kadın benim. Tam taleplere geçecektim ki, bütün yetkili sendika başkanları ayağa kalkarak “Bu kadın burada konuşursa biz burayı terk ederiz” dedi. 

Bakan önce şaşırdı tabi. Çünkü o kadar çok ciddi taleplerin karşısında, cılız önerilerle gelinmiş, ama hiçbir şekilde masayı terk etmek düşünülmemiş. Uzlaşmaya açık bir dil kullanılırken, benim kadın taleplerini dillendirmeye çalışmam, bakanı görüşmelerin biteceği tehdidiyle  yüz yüze bıraktı. 

Memur Sen başkanıyla birlikte tüm başkanlar birlikte kalkarak, “Bu kadın burada konuşursa biz masayı terk ederiz” deyince bakan bir U dönüşü yaparak onların görüşüne katıldı. Tabi biraz da tartışma yürüdü ama şöyle bir şey yaşadık: KESK genel başkanını kast ederek “.O konuşamıyor ki siz konuşuyorsunuz” dediler,   Bunun nedeninin başka olduğunu anlattık ama bu onları şöyle hazırlıksız yakaladı. Getirdikleri dosyada bir tane kadın talebi yoktu. Hazırlık yapmamışlardı. Amacımıza kısmen ulaştık. Kadını yok sayan bir masa düzeni! Kadın taleplerinin hiçleştirilmeye çalışıldığı bir pazarlık süreci. Yetkili sendikanın da böyle bir şeyinin olmadığıni biliyorduk. Teşhir amaçlı, kamuoyuna bu biçimde taşımak gerekiyordu! O dönem için buna katkısı oldu diye düşünüyorum. 

Araya çıkar çıkmaz görüşme orada bitti. Ara verir vermez hemen Memur Sen’in kadın kollarına haber gitmişti. Telefonla, birkaç kadın apar topar getirildiler, orada kadın talepleri yazmaya başladılar. Bu konuda ne kadar kör olduklarını, bunun da teşhir olmasından kaynaklı rahatsızlıktı, görüşmeyi bitirme gerekçeleri. Birkaç kadın hemen ellerinde çantalar, kağıtlar “Ne yazalım” diye… bir şey oluşturmaya çalıştılar. Sonuçlandığında baktık ki, mutabakat metninde bir tane kadın talebi yoktu. Kazanım da yoktu haliyle. Sonraki süreçte bunun bir yere evrileceğini düşünüyorum. 

Emek alanındaki örgütlü kadın mücadelesinin adı KESK. Çok ciddi bedeller ödemiş. Tarih oluşturmuş kendi içerisinde.  Sistemin emek üzerinden kadını sömürmeye çalıştığı çok ciddi bir süreçten geçiyoruz. Dolayısıyla sadece çalışma yaşamı ile sınırlı kalmayıp, toplumsal yaşamı da değiştirmeye çalışan, bu anlamda bütünlüklü bir kadın mücadelesi vermenin ne kadar önemli olduğunun da altını çizen bir yerdeyiz.

KESK’li kadın olmak, örgütlü kadın mücadelesi yürütmenin öncüsü olmaktır. Kadınların işyerlerinde yaşadığı cinsiyet ayrımcı uygulamalara karşı mücadele etmektir.  Evde, işte, sokakta, alanda her yerde kadın kimliğiyle var olabilmek, yaşam mücadelesini bütünlüklü yürüten öncü kadın olmaktır. Çalışma yaşamındaki kadın örgütlüğüğünü sağlama, her alanda kadın sömürüsüne karşı mücadele etmek demek. KESK’li kadın olmak örgütlü olmak, birlikte mücadele etmek demektir. 

Menü POPUP