Rujları çıkarmak ve …!
Leman Kiraz
Tüm Maliye Sen (daha sonra Büro Emekçileri Sendikası-BES), Ankara, 1990’lardan 2010’lu yıllara değin
KESK, 1998’de 8 Mart’ın Diyarbakır’daki kamu emekçisi kadınlarla, sadece kadınların yapacağı bir mitingle kutlanması kararı aldı. İstanbul’dan, İzmir’den birçok ilden gelen dört yüz kadınla, Ankara’da buluşup yola çıktık. Kürtlerin yaşadığı coğrafyada ciddi anlamda baskı vardı. Bizim yaşadığımızın baskının iki katından daha fazla.
…
Birecik‘e girerken bir grup jandarma, bir grup Özel Tim, bir grup polis, bizi ayrı ayrı durdurdu. Hepsi ayrı ayrı GBT (Güvenlik bilgi taraması) yaptı. Bu bile şiddetti. Buna rağmen kadınlar o bekleme sırasında hiç ara vermeden halaylar çekti, türküleri, sloganları haykırdı. Birecik’ten bırakıldık, Urfa girişinde tekrar durdurulduk. Urfa girişinde bizi karşılamaya gelen KESK Urfa Şubeler Platformunun arkadaşlarımız gözaltına alındı. Urfa’dan çıktık, Siverek girişinde, bu sefer üstümüzde helikopterler uçmaya başladı. Bir baktık kolordu gelmiş.
Elinde rujları dışında hiçbir şeyi olmayan kadınları, elinde silahlarıyla kolordu karşıladı. Diyarbakır’a giremeyeceğimizi söyledi. Biz seyahat özgürlüğümüzün kısıtlandığını, 8 Mart‘ı Diyarbakır’daki kadın arkadaşlarımızla kutlayacağımızı söyledik. Ama tabi geri dönmek zorunda kaldık. Bu, bizi, dört yüz kadını acayip öfkelendirdi. Otobüslere zorla bindirildik ve Birecik‘e kadar da yüzlerce polis aracı hiç bir yerde durmamamız için bizi takip etti. Öfkemizi nasıl yatıştırdık.? Herkes rujlarını çıkardı, otobüsün camlarına “Yine geleceğiz”, “Yaşasın barış dayanışması”, “Yaşasın 8 Mart”, “Yaşasın kadın dayanışması” yazdık.
Leman Kiraz’ın anlatı kaydı 2022 yılında yapılmıştır.
Sendikal mücadele ile tanışma serüvenim 1991’in sonuna doğru oldu. 1990’ın Temmuz’unda liseyi bitirir bitirmez işe başladım. İlk önce Maliye Bakanlığına bağlı küçük bir birimde işe başlamıştım. Sonra işyerinde sendikal çalışmaların başladığı, Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyen işçilerin toplu mücadele sayesinde birçok haklarını elde ettiği, kamu emekçilerinin de bir yılı aşkındır, böyle bir çalışma yürüttüğü, işyerlerinde konuşulmaya başlandı.
Ben de iş yerimden birkaç arkadaşımla birlikte, sendikal çalışmalar içinde yer almaya başladım. KÇSP (Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu) dönemiydi o zaman, tüm Türkiye’den Ankara’ya kamu çalışanları, sendikal hak talepleri için geleceklerdi. Sendikal mücadelenin başlangıcında, Türkiye çapında ilk mitingdi. Etlik Kasalar’da yapılmıştı. İlk o mitinge katıldım. Sendikanın kuruluş çalışmalarında yer alan arkadaşlara görev almak istediğimi söyledim. Ve il dışından gelen arkadaşların güvenliğini sağlamak için miting boyunca güvenlik zincirinde görev aldım. Görev kolluğum vardı. Bu bile beni çok heyecanlandırmıştı.
1992’nin Şubat’ında Tüm Maliye Sen kuruldu. İstanbul’da kuruldu. Biz Ankara’daydık. Genel merkezi İstanbul’daydı. Biz Ankara Şube’de örgütlenmeye başladık. Üye olduk. İş yerlerine gidip, üye yapmaya başladık. Herkeste çok ciddi bir heyecan vardı. Vergi dairelerinde çalışanların neredeyse %80’inin sendikamıza üye olduğunu gördüm. Üyelerin çoğunluğunun kadın olduğunu fark ettim. Vergi daireleri, Tüm Maliye Sen’in dinamik gücüydü. İlk çalıştığım birim küçük bir birimdi. Halkla çok ilişkisi olmayan bir birimdi. Vergi daireleri, verginin tahsil edildiği ve sıcak paranın geldiği yerlerdir. Bu yüzden, vergi dairelerinin iş yükü de sorumluluğu da çok fazlaydı. Eylemlerin ilk kıvılcımına da, vergi daireleri ve kadınlar öncülük ederdi. Öyle bir dinamiği vardı.
Tüm Maliye Sen’in kuruluşu bitti. Ankara Şube’de aktif çalışıyoruz. Bir yandan KESK’in kuruluş aşamaları var, basın açıklamaları yapılıyor, mitingler yapılıyor. Sendikal hakkın Anayasal hak olduğuna dair sürekli eylemler yapıyoruz, sürekli sokaktayız. Böyle bir süreçte 1994’ün Aralık ayında, Kurucular Kurulu toplandı ve ben de kurucu delegesi oldum.
Bunlar devam ederken, sabah işe gidiyoruz, akşam sendikaya… Neredeyse gece yarısına kadar sendikada kalıyoruz. Her şeyi elimizle, emeğimizle yapıyoruz. Bu arada yıllar içinde 8 Mart, 25 Kasım KESK’in bütünü içinde, var olan kadın gruplarıyla alanlarda da kutlanmaya başladı. Tüm Maliye Sen’de kadın üyemiz daha fazlaydı o dönem. Eylem ve etkinliklere katılan kadın sayısı da daha fazlaydı. Kadınların yaşadığı sorunlar da çok fazlaydı.
Tüm Maliye Sen Ankara Şube’de bir Kadın Komisyonu kurduk. Bu kadın komisyonunda, işyerinde yaşadığımız sıkıntılardan tutun da özel hayatın politik olduğu meselesine kadar, birçok şeyi tartışmaya başladık. Mesela kota meselesi, kadınların mutlaka yönetimde olması gerektiği… Kadınların iş yerinde de evde de sürekli çalışan olduğu için, yönetim kademelerinde yer almamasının sebebi buysa bile, bir sebep de erkeklerce yollarının kapatılması, vesaire… O yüzden kota koyduğumuzda en azından %30 kotayla yönetim kademelerinde kadınlar olmalı, tartışmaları yürütüyorduk.
Erkeklerce kota engelleniyordu ama birlikte mücadele ettiğimiz birçok kadın, o dönem bunun sınıfsal olduğunu, kota meselesine inanmadığını dile getiriyordu. Kotayı destekleyen başka bir grup kadın da vardı. Biz kotayı destekleyen kadın grubundaydık.
Bunlar yapılırken KESK tarihinde bir ilk yaptık: Tüm Maliye Sen’in genel merkezi İstanbul’daydı. Genel merkezdeki arkadaşlarımızla diyaloğa geçtik. O zamanki kadın sekreterimiz Gülay arkadaşımızdı. Komisyonda görevlendirdiğimiz kadın arkadaşımız İstanbul’a gidip geldi. Bir dizi tartışmadan sonra Ankara’da 1998’de Genel İş Sendikasının toplantı salonunda Tüm Maliye Sen’in ve KESK’in ilk kadın kurultayını “Vardık Varız Var olacağız” başlığıyla yaptık. İlklerin heyecanı çok farklı olur ya, öğreticiydi. Kendi işkolumuza bağlı maliye çalışanlarının, günlük çalışanların, orada çalışan kadınların sorunlarından tutun da özel alanlardaki sorunlara değin, tüm sorunlarımıza dair tartışıldı. Pozitif ayrımcılığa, örgütlenmeye dair tartışıldı. Çok güzel, heyecanlı ve verimli geçti. Türkiye‘nin birçok yerinden, birçok şehrinden, birçok ilçesinden kadın arkadaşlarımız katıldı. Yeni dostlar, yeni yoldaşlar edindiğimiz bir kurultaydı.
1991 ile 2000 arasında yaşadığım başka keyifli bir şey daha var: KESK, 1998’de 8 Mart’ın Diyarbakır’daki kamu emekçisi kadınlarla, sadece kadınların yapacağı bir mitingle kutlanması kararı aldı. Biz dört yüz kadınla İstanbul’dan, İzmir’den birçok ilden gelen kadınla, Ankara’da buluşup yola çıktık. Şöyle bir gerçeklik vardı: Kürtlerin yaşadığı coğrafyada ciddi anlamda baskı vardı. Bizim yaşadığımızın baskının iki katından daha fazla baskı vardı. Mesela orada sendika yöneticisi olmak, Kastamonu’ya, Aksaray‘a, Yozgat’a sürgün için bir sebepti. Ciddi bir baskı vardı. Sendikal mücadelenin başladığı ilk dönemlerde birçok kamu emekçisi arkadaşımız faili meçhule gitti. Yani öldürüldü. Diyarbakır’da, başka illerde…
—–
Biz de KESK olarak 1998’de 8 Mart’ı Diyarbakır’da kutlama kararı aldık. Dört yüz kadınla yola çıktık. Kadın sekreterimiz Hatice Pehlivanoğlu’ydu ve hamileydi. Birecik’e kadar bir sorun yaşamadık ama Birecik‘e girerken bir grup jandarma, arkasından bir grup Özel Tim, ardından da bir grup polis bizi durdurdu. Hepsi ayrı ayrı GBT (Güvenlik bilgi taraması) yaptı. Bu bile şiddetti. Yani ayrı ayrı. Buna rağmen kadınlar o beklemeler sırasında halaylar çektiler, türküleri, sloganları hiç ara vermeden haykırdılar. Birecik’ten bırakıldık, Urfa girişinde tekrar durdurulduk.
Urfa girişinde bizi karşılamaya gelen KESK Urfa Şubeler Platformu’ndan arkadaşlarımız gözaltına alındı. Urfa’dan çıktık, Siverek girişinde bu sefer üstümüzde helikopterler uçmaya başladı. Bir baktık kolordu gelmiş. Gerçekten! Abartmıyorum. O dönemki gazetelere, basın kuruluşlarına baktığınızda… KESK’in sitesinde de var sanırım… Bizi kolordu karşıladı! Gerçekten! Abartmıyorum.
Dört yüz kadın… Elinde rujları dışında hiçbir şeyi olmayan kadınları, elinde silahlarıyla kolordu karşıladı. Diyarbakır’a giremeyeceğimizi söyledi. Biz seyahat özgürlüğümüzün kısıtlandığını, 8 Mart‘ı, KESK’in, Diyarbakır’daki kadın arkadaşlarımızla kutlayacağımızı söyledik. Ama tabi geri dönmek zorunda kaldık.
Bu, bizi, dört yüz kadını acayip öfkelendirdi. Otobüslere zorla bindirildik ve Birecik‘e kadar da yüzlerce polis aracı, hiç bir yerde durmamamız için, bizi takip etti.
Öfkemizi nasıl yatıştırdık? Herkes rujlarını çıkardı, otobüsün camlarına “Yine geleceğiz”, “Yaşasın barış dayanışması”, “Yaşasın 8 Mart”, “Yaşasın kadın dayanışması yazdık”. Kadın meselesinde, bu da gerçekten çok önemli bir hareketti. Benim kişisel tarihimde çok önemlidir.
Bizler o dönem üretimden gelen gücümüzü, kadınlar ve kamu çalışanları olarak çok rahat kullanıyorduk. Nasıl kullanıyorduk? Etkisi oluyordu, şöyle etkisi oluyordu: Otomasyon yoktu. 90’lı yıllardan 2000’lerin başına kadar biz iş bırakma eylemlerini yaparken, eylemi özellikle vergi dairelerinde para tahsilatının olduğu günlere denk getiriyorduk. Sıfır tahsilatla o günü kapatıyorlardı. Çünkü herkes iş bırakıyordu, kadınlar, erkekler, herkes iş bırakıyordu ve bu acayip ses getiriyordu.
Sendikal haklar mücadelesi, kadın olarak üzerimizdeki baskının kalkması, kreş hakkımız için eylem ve etkinlikler yapıyorduk. Kıyafet özgürlüğü için de eylem yapıyorduk. Çok ilginçtir, 12 Eylül yasalarından kalma kıyafet zorunluluğu vardı. Mesela biz etek giymek zorundaydık, pantolon giyemiyorduk. 2000’lerin başında, KESK‘li kadınların ortak mücadelesiyle bu hakkımızı da elde ettik.
Bir kadın olarak, emekçi olarak, emeği ile yaşamını sürdüren biri olarak, KESK mücadelesi bana insan onuruna yakışır bir çalışma hayatının mümkün olduğunu gösterdi. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin kavgasını verdiğimiz ilk yer oldu. Kadınlarla birlikte nasıl güçlenileceğini, kadınlarla dayanışıldığında kendimi nasıl güçlü hissettiğimi KESK‘te gördüm.
KESK çalışma hayatı ile ilgili, ücretle ilgili, çalışma koşullarını iyileştirmesi ile ilgili söz kuruyordu ama bunun dışında da tüm ötekiler için, tüm halklar için, tüm haksızlıklar için de söz kuran bir sendika ve bir konfederasyondu ve ben onun üyesiydim. Bu anlamda da bana çok şey kattı. KESK‘in kurucusu olmak, KESK‘te mücadele deneyimine sahip olmak benim için gerçekten çok anlamlıydı, çok kıymetliydi. Halen de öyle. 1990’da başladı serüven, halen devam ediyor.