KESK ve bağlı sendikalar, kamu emekçilerinin sosyal hakları ve ekonomik çıkarları için yapılan mücadeleyi, demokratikleşme, sosyal adalet ve barış için mücadeleden bağımsız ele almadılar. Cinsiyet eşitliğinin sağlanması da bu nedenle başından itibaren KESK’e bağlı sendikaların benimsediği ilkeler arasında yer aldı.
Cinsiyet eşitliğinin sağlanması ilkesinin kâğıt üzerinde bir madde olmaktan çıkıp, hayata geçirilmesini sağlayan temel belirleyici etken, kamu emekçisi kadınların aktif sendikal katılımı ve sendikalarda verdikleri çok boyutlu mücadele oldu. Sendikalardaki aktivisti kadınlar ile başta Ankara Üniversitesi Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkez-KASAUM üyeleri olmak üzere, feminist akademisyenlerle kurulan ilişki ve işbirliği, bu mücadeleyi güçlendiren en önemli etkenlerden birisi oldu. Bu ilişki ve işbirliği pek çok açıdan üzerinde durmaya değerdir.
Kamu emekçilerinin sendikal örgütlenme haklarını elde etmek üzere sokaklara çıktıkları, kitlesel eylemler gerçekleştirdikleri 1980’li yılların ikinci yarısında, sokaklara taşan başka bir toplumsal dinamik de feminist hareket idi. Kadınların Dayağa Karşı Kampanya ile ülke gündemine damga vurmayı başardıkları bu dinamizminin, 1990’lı yıllarda doğurduğu sonuçlardan birisi de başta Ankara ve İstanbul olmak üzere, üniversitelerde Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezlerinin kurulması oldu. 1993 yılında kurulan Ankara Üniversitesi Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezi-KASAUM, kuruluşu amacını özetle şu şekilde ifade etmişti:
Bir yandan toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı akademik alanda feminist bilgi üretilmesi, diğer yandan da üretilen bu feminist bilginin farkındalık ve savunuculuk amaçlı çalışmalara ve eğitim programlarına dönüştürerek cinsiyet eşitliğine dayalı bir toplumun gelişimine katkıda bulunmak.
Sendikalı kadınlar ile KASAUM ilişkisi, on yılı aşkın süre KASAUM da çalışmış olan emekli feminist akademisyen Aksu Bora’nın anlattığı gibi 1995 yılında kurulacak olan KESK’in yapısını da belirleyecek çok önemli bir etkide bulundu:
“O zamanki adıyla Eğit-Sen (daha sonra Eğitim-İş ile birleşerek Eğitim-Sen adını aldılar), kadınların ağırlıkta olduğu bir sendikaydı. Daha doğrusu kadın üye sayısı çok olan bir sendika.
Yönetimde erkekler ağırlıktaydı.
Onlarla yürüttüğümüz eğitimler, kadınların birbirlerini bulmalarına, cinsiyet eşitsizliğine karşı politikalar geliştirmeye başlamalarına yol açtı.
Genellikle gündelik yaşam deneyimleriyle başlıyorduk- çalışma hayatında, ailede, sendikada neler yaşıyorlar, hangi düğümleri çözmeleri gerekiyor, bunun için ellerinde hangi araçlar var…
Gündelik hayat deneyimleri, sendikal mücadele içindeki eşitsizlikler, cinsiyet eşitsizliğinin farklı görünümleri… Bütün bunları katılımcıların kendi deneyimleri içinden kavramaya, bu anlamda, eğitimi bir tür bilinç yükseltme olarak işletmeye gayret ettik.
KESK’in kurulmasından hemen sonra bir kadın sekreterliğinin oluşturulmasında, bence bu çalışmalara katılmış kadınların mücadelesinin önemli bir etkisi oldu.”
KASAUM üyesi feminist akademisyenler düzenledikleri eğitim çalışmaları ile KESK’in (ve başta Eğitim Sen olmak üzere KESK’e bağlı sendikaların) toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının geliştirilmesi ve hayata geçirilmesinde, kadın üyelerin toplumsal cinsiyet bakış açısı kazanarak güçlendirilmelerinde çok önemli bir rol oynadılar. Sonraki yıllarda yine feminist akademisyenlerle gerçekleştirilen Kadın Eğitimci Eğitimleri, bu bakış açısının ülke genelinde kadın üyelere taşınmasında etkili oldu.
KESK’li kadınların, başta çalışma yaşamı olmak üzere hayatın her alanını ve içinde mücadele ettikleri sendikalarını, toplumsal cinsiyet eşitliği doğrultusunda dönüştürme amacı ile akademide üretilen feminist bilginin, cinsiyet eşitliğine dayalı bir toplumun gelişimine katkıda bulunmak amacıyla, KASAUM’un eğitim programları geliştirme hedefi, feminist akademik bilgi ile aktivizmin buluşmasını sağladı. Akademiyi de ve aktivizmi de dönüştüren, son derece üretken bir işbirliğinin doğmasına yol açtı. İstanbul Üniversitesi, ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi başta olmak üzere çeşitli üniversitelerden feminist akademisyenler bu dönüştürücü, üretken ve doğurgan ilişkiye dahil oldular.
Feminist akademisyenlerin KESK’in toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarına katılımı, “dışarıdan” bir ilişki olmadı. Çünkü büyük çoğunluğu, eğitim ve bilim işkolunda kurulan ve KESK çatısı altında yer alan Öğretim Elemanları Sendikası-ÖES ve daha sonra da Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası-Eğitim Sen’de örgütlendiler. Sendikal aktivistler de akademisyenler de aynı sendikaların üyesiydiler.
Aktivistler de akademisyenler arasındaki ilişki “öğreten-öğrenen” şeklinde de olmadı. KESK’li kadınlar, işyerinde, ailede, toplumsal yaşamda ve sendika içinde karşılaştıkları eşitsizlikleri ve ayrımcılığı, eğitim çalışmalarında birbirleriyle paylaştılar; yaşadıklarının sadece kendilerine özgü olmadığını, cinsiyet eşitsizliğinin toplumsal bir sorun olduğunun farkına vardılar. Hikâyelerini paylaştıkları eğitim çalışmaları, bu farkındalığın bilince dönüşmesinde, toplumsal cinsiyet eşitliğinin, sendikal mücadelenin her alanına nüfuz etmesi için mücadele stratejileri geliştirmelerinde, işkollarında ve işyerlerinde cinsiyet eşitliği için kampanyalar örgütlemelerinde etkili oldu. Feminist akademisyenler de hikâyelerin paylaşıldığı, bilgi ve deneyim aktarımının yapıldığı eğitimlerde ve başka kolektif çalışmalarda, KESK’li kadınlardan ve birbirlerinden öğrendiler.
Aksu Bora’nın anlattıkları, bu birbirinden öğrenme deneyiminin güzel bir örneğidir:
“Tabii ki eğitim sadece katılımcılar için değil, biz düzenleyenler için de eğitimdi. Yani, biz de yetişkin eğitimi, feminist pedagoji, bilinç yükseltme üzerine epey bir şey öğrendik. Hem okuyarak hem grup çalışmalarına katılan kadınların anlattıklarından, onlarla etkileşimden.
Bu süreçte Fevziye Sayılan’ın katkısını anmak lazım. Fevziye’nin doktora tezi yetişkin eğitimi üzerineydi ve Paulo Freire’ci eğitim yöntemleriyle feminist bilinç yükseltmenin çok ilginç bir bileşiminden bahsediyordu.
Ben ilk kez onun sayesinde eğitimin politik anlamı üzerine derinlemesine düşünme fırsatı buldum. Yani, eğitimin yalnızca içeriğini değil, yöntemlerini de dert etmek gerektiğini, tek yönlü bir eğitimin, içeriği ne olursa olsun, güçsüzleştirici bir etki yaptığını, bilinç yükseltmenin de bir tür eğitim olduğunu…”
Bu ilişki, Eğitim Sen’den Elif Akgül’ün, Emine Akyazılı’nın, Nilgün Yıldırım’ın anlatılarında da yer aldığı gibi, KESK’li kadınları güçlendirdi ve dönüştürdü. KESK’li kadınlar güçlendikleri ve dönüştükleri ölçüde, işyerlerini, ailelerini, yaşadıkları kentlerin kamusal alanını ve sendikalarını dönüştürdüler. Eğitim Sen’den Gülay Lale’nin, Tüm Sosyal Sen (sonradan BES)’den Nilgün Aklar’ın, BTS’den Sema Tataroğlu’nun anlatımlarında, bu bağlamda örnekler yer alıyor.
Feminist akademisyenler ile KESK’li kadınlar arasındaki bu dönüştürücü ilişki, eğitim çalışmaları ile de sınırlı kalmadı. Eğitim Sen’den Yaşar Tarakçı’nın videosunda anlattığı gibi hazırlık çalışmaları neredeyse bir yılı bulan kadın kurultayları, bu kurultaylarda birlikte kararlaştırılan eşitlik kampanyalarının hazırlık süreçleri ve Demokratik Eğitim Kurultayları yine feminist akademisyenler ile sendikalı kadınların birlikte çalıştıkları, bilgi ve eylem ürettikleri ortak çalışmalar oldu.
Tüm bu ortaklıklar, feminist pedagojinin ülkemizdeki en çarpıcı örneklerinden birisini oluşturur. Çünkü söz konusu üretken işbirliği sonucu ortaya çıkan etkinlikler, feminist pedagojinin bütün unsurlarını barındırıyor. Feminist pedagoji, katılımcılığı önerir; çoklu baskı ve ayrımcılık süreçlerini tartışır ve görünür kılar; öğretenlerin ve öğrenenlerin otoriter eğilimlerin bilincinde olmalarını sağlar; öğrenmenin duygusal boyutunu vurgular; alternatifler üretme ve bunları uygulama becerilerini kazandırır, özgürlük bilincini geliştirme şansı verir; bireysel ve toplumsal dönüşümü amaçlar. KESK’li kadınların çalışma yaşamında, sendikada, ailede ve toplumsal yaşamın her alanında eşitsizliklere ve ayrımcılıklara karşı mücadeleleri ve feminist akademisyenlerle her iki tarafı da güçlendiren ve dönüştüren ilişkileri, feminist pedagojinin bütün unsurlarını içermektedir.
Aksu Bora, emekli feminist akademisyen, Eğitim Sen Üyesi
KASAUM ile KESK’li kadınların dönüştürücü, güçlendirici ilişkisini anlatıyor
Feministim, emekli bir akademisyenim, yazdığım ve çevirdiğim kitaplar, makaleler var. Amargi Dergisi’nin ve Ayizi Yayınları’nın kurucularından ve editörlerinden biriydim, ikisi de artık yok.
Benim hatırladığım kadarıyla, KESK kadın sekreterliğinin kurulmasından önce başladık biz sendikalı kadınlarla eğitim çalışmalarına, hatta KESK’in kurulmasından da önce. 1994’te, KASAUM’da çalışmaya başladığımda, eğitimler başlamıştı.
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, UNDP ile bir protokol yapmış ve “kısa dönemli kadın eğitimleri” düzenlenmesi ile ilgili bir proje başlatmıştı. KASAUM’un yürüttüğü eğitimler, bu kapsamdaydı o zaman. Yani ilk hareket sendikadan gelmedi, biz onlara gidip böyle eğitimler yapmak istediğimizi anlattık.
O zamanki adıyla Eğit-Sen (daha sonra Eğitim-İş ile birleşerek Eğitim-Sen adını aldılar), kadınların ağırlıkta olduğu bir sendikaydı. Daha doğrusu kadın üye sayısı çok olan bir sendika. Yönetimde erkekler ağırlıktaydı. Onlarla yürüttüğümüz eğitimler, kadınların birbirlerini bulmalarına, cinsiyet eşitsizliğine karşı politikalar geliştirmeye başlamalarına yol açtı. Kesk’in kurulmasından hemen sonra bir kadın sekreterliğinin oluşturulmasında, bence bu çalışmalara katılmış kadınların mücadelesinin önemli bir etkisi oldu.
Genellikle gündelik yaşam deneyimleriyle başlıyorduk- çalışma hayatında, ailede, sendikada neler yaşıyorlar, hangi düğümleri çözmeleri gerekiyor, bunun için ellerinde hangi araçlar var…
UNDP’nin eğitim setleri vardı fakat bizim için pek uygulanabilir şeyler değildi onlar- Afrika ve Asya’nın kırsal kesiminde uygulanmak üzere geliştirilmiş ve bana kalırsa epey de tartışmaya muhtaç şeylerdi. Bu yüzden, biz biraz el yordamıyla, biraz tartışarak, deneyerek, kendi eğitim yöntemimizi geliştirmeye çalıştık.
Gündelik hayat deneyimleri, sendikal mücadele içindeki eşitsizlikler, cinsiyet eşitsizliğinin farklı görünümleri… Bütün bunları katılımcıların kendi deneyimleri içinden kavramaya, bu anlamda, eğitimi bir tür bilinç yükseltme olarak işletmeye gayret ettik.
KASAUM’da çalıştığım on dört yıl boyunca kadın gruplarıyla eğitim çalışmaları yaptık. Tabii ki eğitim sadece katılımcılar için değil, biz düzenleyenler için de eğitimdi. Yani, biz de yetişkin eğitimi, feminist pedagoji, bilinç yükseltme üzerine epey bir şey öğrendik. Hem okuyarak hem grup çalışmalarına katılan kadınların anlattıklarından, onlarla etkileşimden. Bu süreçte Fevziye Sayılan’ın katkısını anmak lazım. Fevziye’nin doktora tezi yetişkin eğitimi üzerineydi ve Paulo Freire’ci eğitim yöntemleriyle feminist bilinç yükseltmenin çok ilginç bir bileşiminden bahsediyordu. Ben ilk kez onun sayesinde eğitimin politik anlamı üzerine derinlemesine düşünme fırsatı buldum. Yani, eğitimin yalnızca içeriğini değil, yöntemlerini de dert etmek gerektiğini, tek yönlü bir eğitimin içeriği ne olursa olsun, güçsüzleştirici bir etki yaptığını, bilinç yükseltmenin de bir tür eğitim olduğunu…
KESK’in toplumsal cinsiyet eşitliğini gündemine alması, bu konuda politika geliştirme ihtiyacı duyması, KESK’e bağlı sendikalarda, özellikle de Eğitim-Sen’de örgütlü kadınların zorlamasıyla oldu. Cinsiyet eşitliğini temel bir politik hedef olarak gündeme soktular. Bu hedef, hem sendikal örgütlenmenin kendi içindeki eşitliği, hem de işkolundaki eşitliği hedefliyordu. Örneğin Eğitim-Sen’li kadınlar, Türkiye’deki eğitim sistemi içindeki cinsiyet eşitsizliğini de hedeflediler. Ders kitaplarındaki cinsiyetçilikten tut, Milli Eğitim Bakanlığının teşkilat yapısının cinsiyet açısından analizine kadar çeşitli sorun alanlarını saptayıp buralarda neler yapılabileceğini tartıştılar, bu tartışmaları sendikanın gündemine soktular.
KESK ile KASAUM arasındaki bu işbirliği akademide üretilen feminist entelektüel bilginin toplumsallaşması açısından da etkili oldu. Yalnızca akademide üretilen feminist bilginin toplumsallaşması değildi söz konusu olan, bu bilginin üretiminde de ciddi bir bakış açısı değişikliğine yol açtı bence. Yani iki yönlü bir etkileşim vardı, yalnızca üniversiteden sendikaya doğru bir bilgi akışı değil.
Kendi adıma konuşayım, herkes aynı biçimde görmemiştir muhtemelen ama benim için toplumsal cinsiyet kavramının kendisi bile bu çalışmalar sırasında operasyonel hale geldi. Cinsiyetin “toplumsal” olması ne demektir, bunu bildiğimi düşünüyordum, daha önce bilinç yükseltme gruplarında bulunmuştum. Fakat cinsiyet ile sınıfı birlikte düşünmek, toplumsal cinsiyetin “toplumsallaşma”dan çok daha karmaşık bir mesele olduğunu fark etmek, patriyarka ile tek tek kadınlar ve erkekler arasındaki “arayüzleri” keşfetmek, bu çalışmalar sırasında mümkün oldu benim için. Yani birbirlerine hem benzeyen ama hem de çok farklı hikayeler anlatan kadınları dinledikçe, kendi feminizmimi keşfettim diyebilirim. Bu türden keşifler insanın kendi başına yapabileceği şeyler değildir zaten, politik ilişkiler içinde mümkün olur ancak. Bu eğitimler, var olan bilginin paylaşılması değil, yeni bir bilgi biçiminin üretilmesiydi. Feminist bilginin.